Günümüzün en trajik sahnelerinden biri Gazze’de yaşanıyor. Her yeni gün, yeni bir katliam, yeni bir yıkım, yeni bir sessizlik. Ve ne yazık ki bu yıkım yalnızca bombalarla değil, söylemlerle de derinleşiyor. Trump’ın “Gazze boşaltılmalı” sözleriyle eş zamanlı olarak kimi İslam ülkelerinden ve çevrelerinden yükselen “Gazzeliler isterlerse hicret edebilir” türü açıklamalar son derece tehlikeli bir zihinsel kırılmaya işaret ediyor.
I. Kavramların Bozulması: Hicret mi, Tahliye mi?
İslami literatürde “hicret”, zulüm altındaki bir müminin inancını ve canını koruyarak adaletin hüküm süreceği bir coğrafyaya yönelmesini ifade eder. Ancak bu kavram, yalnızca mekânsal bir hareketi değil aynı zamanda bir iman ve dava taşımacılığı anlamını içerir. Hicret, bir ümmet inşası sürecidir. Hz. Peygamber'in Mekke’den Medine’ye hicreti İslam tarihinin en kritik kırılma noktalarından biridir; çünkü bu hareket, sadece zulümden kaçış değil, hakikatin inşası için bir fırsattı.
Bugün Gazzelilere önerilen ise hicret değil, açıkça tahliye, sürgün ve etnik temizliktir. İsrail’in stratejik hedefi, Gazze’yi askerden ve halktan “arındırmak”tır. Trump’ın sözleri bu hedefin dışa vurumudur. Ve ne yazık ki bu politikaya bilerek veya bilmeyerek eşlik eden bazı “kanaat önderleri” bu kirli planın dilini meşrulaştırmakta, tarihî bir hataya ortak olmaktadır.
II. Srebrenitsa: Hicretin Değil, Sürgünün Kıyımı
1995 Srebrenitsa Katliamı, “güvenli bölge” vaadiyle silahsızlandırılan bir halkın nasıl topyekûn katledildiğini bütün dünyaya göstermiştir. BM’ye bağlı uluslararası güçlerin korumasında olduğunu sanan binlerce Boşnak Müslüman, Sırp güçleri tarafından katledildi. Kadınlar sürüldü, erkekler öldürüldü, çocuklar kayboldu. Bu olay, modern çağın en büyük Müslüman kıyımı olarak hafızalarda yer aldı.
Bugün “Gazze tahliye edilsin” diyenler, aslında Srebrenitsa’daki “koridor açalım” diyenlerin farklı bir versiyonudur. Amaç aynıdır: halkı silahsız bırakmak, direnişten koparmak, dağınık hale getirmek ve sonuçta yok etmek.
III. Endülüs: Göç Değil, Kültürel Yıkım
1492’de Endülüs’ün düşmesiyle birlikte Müslümanlar ya zorla Hristiyanlaştırılmış ya da sürgün edilmiştir. Bir kısmı Kuzey Afrika’ya hicret etmeye çalışmış ancak çoğu yollarda yok olmuş, kalanlar ise ya dinlerinden dönmek zorunda kalmış ya da işkencelerle öldürülmüştür. Endülüs örneği, “gidelim kurtulalım” düşüncesinin her zaman bir kurtuluş olmadığını; aksine bir medeniyetin, bir hafızanın ve bir ümmet bilincinin yok oluşuna yol açtığını göstermektedir.
Bugün Gazze halkına önerilen şey de budur: “Terk edin, kurtulun.” Oysa bu terk ediş, yeni bir Medine değil, yeni bir Endülüs olur. Ve orada ne bir ümmet kalır, ne de bir iz.
IV. Filistin’de Direniş: Toprakta Kalmanın Ahlaki ve Siyasi Boyutu
Filistin davası, yalnızca toprak meselesi değildir. Aynı zamanda insan onurunun, kolonyalizme direnişin ve ümmet bilincinin en sembolik alanlarından biridir. Gazze'de kalan her insan sadece evini değil, Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı, İslam dünyasının onurunu da savunmaktadır.
Bu direnişin çözümü, halkı tahliye etmek değildir. Asıl çözüm, kuşatmayı kırmak, insani yardımı artırmak ve siyasi baskıyı güçlendirmektir. Aksi halde, Gazze tahliye edilirse, Filistin davası da içi boş bir slogana dönüşür.
V. Medine mi, Srebrenitsa mı?
Tarihin akışı içinde bazı yol ayrımları vardır. Bugün Gazze için o yol ayrımındayız.
Bir taraf, Medine’yi gösterir: Sabırla, bedelle ama onurla direniş.
Diğer taraf ise Srebrenitsa’yı: Dağılma, yalnızlaşma ve yok oluş.
Gazze halkı, Srebrenitsa’ya değil Medine’ye sadıktır. Onlar bunu bombalar altında haykırırken, birilerinin “giderseniz daha iyi olur” demesi sadece tarihî bir yanlış değil, ahlaki bir çöküştür.
Bugün susanlar, meşrulaştıranlar ve yönlendirenler bilsin:
Gazze halkı yalnızca topraklarını değil, tarihin ve insanlığın onurunu da savunuyor.
Ve bu onuru pazarlık konusu yapanlar, yarın hiçbir mahkemede değilse, tarihin vicdanında yargılanacaktır.