"Kafanıza taktığınız şeyleri mezara götüremezsiniz, ama onlar sizi mezara götürür, benden söylemesi." Bugün okuduğum en güzel hayat dersiydi bu alıntıladığım söz.
Hayatın kafaya takılması gereken yerleri olduğu gibi takılmaması gereken yerleri de vardır. Bu dünya hakiki anlamda inanmış kişiler için sadece bir sınav merkezidir. O yüzden sınav için gerekli olan neler varsa ancak onlar kafaya takılmalı, gerisi sınavı ve sonucunu etkileyecek ne varsa kafadan atılmalı, hatta onlara zerre kıymet vererek asıl yoğunlaşılması gereken sınav sonucundan bir an bile gafil olunmamalıdır.
Bir kere dünyalık endişelerimizin büyük bir çoğunluğu zaten bizi yaratan varlık tarafından garanti altına alınmış. Mesela yaşamımız için gerekli olan gıdaların temini yani rızkın miktarı, bize hayat arkadaşı olacak olan kişi yani kiminle evleneceğimiz, ömrümüzün ne kadar olacağı saniyesi saniyesine varıncaya kadar hepsi Peygamber efendimizin sözüne göre garanti altına alınmış. Sahip olduğumuz bütün maddi varlığımızı ortaya koyarak ölümü başımızdan uzaklaştırıp ertelemeyi istesek de ömrümüzü bir dakika dahi uzatamayız...
Evleneceğimiz kişiyi istesek de değiştiremeyiz. O yüzden boşuna flört etme tuzağına düşüp hayatımızın en kıymetli vakitlerini boş geçirme aptallığına düşmeyelim. Ne boğazımızdan geçecek olan lokmaların sayısını artırabilir ne de azaltabiliriz, girmesi gereken girecek, çıkması gereken çıkacaktır. Akıllı insana düşen bunları helal yoldan elde etmenin gayreti içinde olmasıdır...
Mademki rızkımız garanti, mademki evleneceğimiz adayların kim oldukları garanti, mademki bu dünyada ne kadar yaşayacağımız dakikasına varıncaya kadar belli, öyle ise ne diye bu garanti edilmiş işler için bu derece dünyalıklaşıyor, bütün ömrümüzü bunlar için heba etmeye bu derece kendimizi bağımlı hissediyoruz?
Bu garanti yani sigortalı değerler vakti ve zamanı gelince birer birer, biz istemesek de gerçekleşecekler...
Evlenmesi gerekenler belki kurdukları hayallerin tam tersi birileriyle evlenecekler, ayrılık vakti gelenler de çaresiz geride beklemesi gereken nice "malihulleleri" istemeyerek bırakarak çekip gidecekler. Vakti gelen için ölümün beklemediği gibi, gerdeğe girecek er için de gelin beklemez. Her şey olması gereken noktaya gelir...
Gururunun esiri olmuş nice zavallılar sadece etrafındakilere hoş görünmek, onlar için alkışlanıp, onlara yaranmak için hakkı batıl, batılı hakmış gibi gösterebilmek için binbir çeşit bukalemunluğa girebilmekte; kendisini bekleyen alevli ateşe aldırmadan bile bile masum insanlara iftira edebilmekte; sadece üçbeş dünyalık menfaati için bütün bunları yapan zalimlerin yanında yer alanlar olabilmekte; utanmadan sıkılmadan mahkemelerde yalancı şahitlik yapabilmekte; dini değerlerini dünyalık menfaate satmaktan zerre imtina etmeden pısırıklığını güzel ahlakmış gibi pervasızca pazarlayabilmekte; haksız yere hırs şehvetiyle elde ettiklerini "çatır çatır yerim" diyerek de kendilerine ateşten döşekler hazırladıklarının farkında bile olmadan hatalarında ısrar edebilmekteler...
Oysa akıllı insanlar ahireti düşünen, ahiretin kazanımları için bu dünyanın geçici menfaatlerinden vazgeçebilen kişilerdir.
Ne başa gelen derde, ne de elden giden neşeye kafayı takmalı, çünkü her şey olacağına varır...
Ay yüzlü güzel Yusuf'u kardeşleri kıskançlıklarından dolayı kuyuya atıp öldürmek istediler. Kardeşleri zelil Yusuf vezir oldu... Züleyha aynı Yusuf'u elde edemeyeceğini anlayınca güç ve kudretine güvenip ona iftira etti, zindanlara attırdı onu. Zindan Yusuf'a saray, Züleyha'ya saraylar zindan oldu...
Şimdi sorumuzu yeniden hatırlayalım ve soralım, kafaya neyi takmalı öyleyse?
Kafaya takılması gereken bizim şu içinde bulunduğumuz sınavın başarıyla tamamlanması için gerekli olan ne varsa onu takmalı. Bize Allah'ın Kitabını ve Peygamberinin sünnetini bırakan Efendimizin öğretilerine göre yaşayabiliyor muyuz, yoksa dünyalık değerlerin esiri mi olmuşuz onu kafaya takmalı.
Kendimize çeki düzen vermek için hemen bugün hayat planı yapmalı, Kur'an'ın anlamıyla buluşmalı. İlk önce el-Mü'minun suresinin ilk 11 ayetini okuyarak başlayabiliriz...