"Rıza Üretimi" denilen bir şey var, isim babası Antonio Gramsche.

"Rıza ve Üretimi ve Hegemonya".

Egemen sınıf, kendi düşüncelerini bizlere sanki bize aitlermiş gibi yediriyor.

Bizler, bizi tüketen ve bizi tükettikçe hegemonyayı tekrar tekrar üreten ne varsa "bizim fikrimizmiş" gibi sahipleniyor, savunuyoruz.

"Hegemonya"yı güçlendiren ve esaretimizi pekiştiren ne varsa "süslü" sloganlarla "dokunulmazlık" kazanıyor…

Küresel Köle Düzeni, ustalıklı kurgularla karşıtlıklar üretiyor, bu karşıtlıkları besliyor ve toplumlar birbirlerini bitirmeye azm-ü cezm-ü kast eyleyen gruplara bölünüyor.

Kimsenin kimseyi dinlememeye, anlamaya, haklı ile haksızı ayırt etmeye tahammülü olmuyor bu ortamlarda…

"Onlar kazanırsa seni halledecekler, sen kazanırsan onları halledeceksin!"

Her durumda bir taraf hallediliyor ve günün sonunda herkes halledilmiş oluyor aslında!

Kendilerini, "kin", "nefret", "ihtiras" "öfke", "endişe" gibi "menfi" duyguların anaforuna kaptırmış olan bireylerin sağlıklı düşünebilmeleri de mümkün olmuyor haliyle.

Bir görüşü savunma ya da o görüşü müntesipleriyle birlikte yerle bir etme arzusu "sağduyu"yu ortadan kaldırıyor…

Bizim yaptığımız doğrudur!

İnsanlar bir noktadan sonra "Bizimkinin her yaptığı doğrudur, ilk bakışta doğru gelmiyorsa bile mutlaka bir bildiği vardır!" kolaycılığına yöneliyorlar…

Her iki tarafta "menfaat" öbekleşmeleri de oluyor, bu da tabii bir durum.

Bu menfaat öbeklerine kapılananlar, tavırlarını belirlerken "küçük hesaplarını" yapıyorlar ve bu küçük hesaplar uğruna ortalığı perişan etmekten çekinmiyorlar.

"Hegemonya" olup bitenleri, gerekli gördüğü yerlere "küçük müdahalelerde" bulunmak suretiyle izliyor…

Bizler ise birbirimizi tüketirken hegemonyayı tekrar tekrar ürettiğimizden habersiz, bir hedeften bir hedefe koşturulup duruyoruz!..

Etkiler ve tepkiler hep "köle düzeninin" işine yarıyor; sonuç ne olursa olsun bu düzenin "vampirleri" niteliğindeki "tefeciler" kazanıyor…

Hegemonya düzeni!

Bütün kurumlar sonuçta "hegemonyayı" güçlendirerek devam ettirmeye yarar araçlar haline dönüşüyor.

"İnanç" adına söylenenler, telkin edilenler dönüp dolaşıp "küresel sömürü düzenine itaat"e varıyor; "tefrika", "fitne" gibi kavramlar da amaçlarından saptırılıp "rıza üretimi"nin birer aracı olarak kullanılıyor.

"Öğretilmiş veya öğrenilmiş çaresizlik" de oyunun içinde.

Ne yaparsak yapalım, ne yapmazsak yapmayalım, bu sömürü düzenine "hizmet" etmek durumunda oluyoruz.

Ümitsizlik haram…

Evet.

Lakin, çare ne?..

"Kuran ve Sünnet'e sıkı sıkıla sarılmak." deniyor, elbette, ama hükümlerin "günümüzdeki" karşılıklarını billurlaştıracak bir şuur ve tefekkür iklimi lazım.

Bu yorumlar karmaşasında, "gerçeği" nasıl göreceksin?

Bunları konuştuğum bir kardeşim…

Aynen şunları söyledi:

"Orasını burasına bilmem, ben diyorum ki…

Namazların gerçekten namaz oluyor mu?..

Kılınması gerektiği gibi kılabiliyor musun?

Namaz seni 'iyi insan" kılıyor mu?..

Çare burada.

Orayı merkeze al, gerisi gelir Allah'ın izniyle."

Tefekkür.