Canavarlardan biri: Sabri Koçyiğit

Müslüman beş işçiyi vahşîce öldürten “Ümrâniye Halk Komitesi” Reîsi, 1981 başında yakalandı. 2 Şubat 1981 târihli Tercüman gazetesinde (s. 1) hakkında şu mâl̃ûmât veriliyor:

(Tercüman, 2.2.1981, s. 1)

İnsan kılığında vahşî hayvanlar! “Hayvan” diyoruz ama, yeryüzünde hemcinsine işkence eden bir hayvan mevcûd mudur? Eşref-i Mahl̃ûkâta ve Hâlik’ına hürmet duymıyan bütün totaliter ideolojiler; hepinize lânet olsun!

***

“…1 Mayıs Mahallesi'nde kendi örgütlerine katılmadıkları için 5 işçiyi kurşuna dizen TİKKO militanlarının yöneticisi Sabri Koçyiğit, yapılan sorgulamasında suçunu itiraf etti. Doğu illerinden birinde düzenlenen operasyonda ele geçen 40 yaşındaki Koçyiğit, yasadışı komünist TKP-ML TİKKO militanlarının yargılanıp hüküm giydikleri 12 Mart döneminde yakalanmak üzereyken kaçıp izini kaybettirmişti. Kadıköy – Ümraniye arasında minibüs şoförlüğü yapan TİKKO'cu, 1978'de o zaman TİKKO tarafından ‘kurtarılmış bölge' ilan edilen 1 Mayıs (bilâhare Atatürk) Mahallesinde kurulan Halk Komitesinin başına geçmiş ve bölgede terör estirmeye başlamıştı. Daha sonra 15 Mart 1978 [Çarşanba] günü, gecekondu yapmaya gelen 5 işçiyi, sağ görüşlü oldukları için, -halen 8 yıl hapse mahkûm olan [Maocu] Halkın Kurtuluşu adlı komünist örgütün bölge sorumlusu Öğretmen Erol Bektaş ile birlikte- işkence yaparak kurşuna dizmek suçundan aranan Sabri Koçyiğit'in İstanbul'a getirildiği öğrenildi.”

Bir dîğer canavarın, Mehmet Altıntaş'ın (eksik) îtirâfları

12 Mart 1985 târihli Milliyet'te ise (s. 10), bu barbarca katliâmın fâillerinden Mehmet Altıntaş'ın “Sıkıyönetim 2 Numaralı Askerî Mahkemesi”nde verdiği ifâde hülâsa ediliyor. Kızıl vahşet şebekesinin elemanı, bekleneceği üzere, zavallı işçilere yaptıkları korkunc işkenceleri hiç bahis mevzûu etmeden, onları nasıl kurşuna dizdiklerini anlatıyor… Milliyet'in haberi şöyle:

“Altısı için idam istenen 17 sanıklı ‘TKP/ML-TİKKO-6' Davası'nın, dün Sıkıyönetim 2 Numaralı Askerî Mahkemesi'nde yapılan ilk duruşmasında, idamlık sanıklardan Mehmet Altıntaş itiraflarda bulundu. […]

“Mehmet Altıntaş, 1958, Hozat doğumlu olup, Atatürk Erkek Lisesi mezunu ve TİKKO davasında idam cezası ile yargılanmış, ömürboyu [müebbed] hapis cezâsına çarptırılmıştı. […]

“Sanık Altıntaş, 15-16 Mart 1978 gecesi beş işçiyi İçerenköy Taşocağı yöresinde nasıl öldürdüklerini şöyle anlattı:

‘15 Mart günü Dudullu'da örgütün bir evinde askerî komite toplantısı yapacaktık. Bu toplantıda, Başkomiser Uğur Gür'e yapacağımız suikastin planlarını görüşecektik. Örgüt üyelerini bulmak için üyemiz Sabri Koçyiğit'in kahvesine gittik. Yanımızda, 1 Mayıs Mahallesi'nin askerî sorumlusu olan (Kod adı) Uzun Direj vardı. Bu şahsın halen İsviçre'de bulunduğunu öğrendim. Biz otururken Direj dışarı çağrıldı, dönünce (Aşağı mahalleye faşistler gelmiş) dedi. Biz de faşistlerin bulunduğu Fahrettin Polat'ın kahvesine gittik. (Orada işçiler dövülmekteydi.) […]

‘Biz, bu işçileri alarak Dudullu'ya götürdük. 1 Mayıs ile Çöplük arasındaki kulübeye soktuk ve orada halk mahkemesinde gece yarısına kadar sorgulamalarını yaptık. Aramızdan kısa süre ayrılan (Uzun Direj) yetkililerle görüştüğünü, işçilerin öldürülmesine karar verildiğini söyledi. Issız bir yere götürüp kurşuna dizecektik. Çevreyi iyi bildiğim için yeri de ben seçecektim. Saat 04.00, 05.00 sıralarında idi. Ben, Uzun Direj, Mahmut Öztürk, Ali Bulut, Polat Zengin, Sabri Koçyiğit, Doğan Tan, Hasan Kara ile Celal Yıldız burada hep beraberdik. […]

‘İşçilerin arkalarında arkadaşlarım vardı. Ben grubun 10-15 metre ilerisinde yürüyordum. Bu sırada Kayışdağı mevkiinde bir aracın bize doğru geldiğini gördük. İhbar edildiğimizi sanan örgüt üyelerinden birisi telaşa kapılıp silahını ateşledi. Aynı anda 20-30 el ateş edildi ve beş işçi kurşuna dizilmiş oldu.'

“Sanık, kendisinin ateş etmediğini de söyledi. İddianameye göre, işçilerin cesetleri 17 Mart 1978 günü, İçerenköy Taşocağı mevkiinde Salih Uluğ adlı şahıs tarafından bulunmuştu. […]

“Mehmet Altıntaş, sorgu sırasında, İsmail Çalkıran ve diğer üyelerle 6 Şubat 1978 günü, Türk Ticaret Bankası Perşembepazarı Şubesini basıp 700 bin lira aldıklarını da itiraf etti.” (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 21-22.12.2019/451-452)

(Dünya, 19.3.1978, s. 1)

Ümrâniye’deki Kızıl Vahşet, dâimâ ibretle hatırlanmalı ve mazlûmların hâtıraları yaşatılmalıdır! Hiç şüphesiz, alınacak en büyük ibret, İnsan Haklarını umursamıyan, insana saygıları olmıyan totaliter ideolojilerin, sâliklerini en barbarca fiillere sevk̆ettiğidir. Öyleyse hiçbir ayrım gözetmeden bütün totaliter ideolojilerle dâimâ şuûrlu, karârlı, teşkîlâtlı bir mücâdele içinde olunmalıdır…

***

Tedhîş kurbanlarının sayısı

Komünist İhtilâl Hareketinin 1968’den 1980’e kadar süren bütün o Taarruz Devrinde acabâ ne kadar insan öldü, ne kadar insan yaralandı, ne kadar insan mağdûr oldu, ne kadar insan ıztırâb çekdi? Bu, mechûlümüz! Yalnız, (yukarıda, Demirel’den naklettiğimiz “Ecevit’lerin 22 aylık iktidârının tedhîş bilançosu”na ilâveten) 12 Eylûl 1980 Darbesinden evvelki iki senenin kanlı bilançosu, “Darbenin meşrûiyetine” mesned gösterme bâbında, Cunta Şefi tarafından îlân edilmişti. -Sıhhati sorgulanabilecek- bu bilanço dahi, Türkiye’nin, senelerdir, Komünist İhtilâl Hareketi tarafından başlatılmış bir nevi dâhilî harb hâli yaşadığını gösteriyor:

“Son iki yıllık süre içerisinde terör 5.241 can almış, 14 bin 152 kişinin yaralanmasına veya sakat kalmasına sebep olmuştur. İstiklâl Harbi’nde Sakarya Savaşı’ndaki şehit miktarı 5.713, yaralı miktarımız 18.480’dir. Bu basit mukayese dahi Türkiye’de hiçbir insanlık duygusuna değer vermeyen bir örtülü harbin uygulandığını açıkça ortaya koymaktadır.” (Kenan Evren’in 12 Eylûl 1980 Radyo-Televizyon Hitâbesinden, Milliyet, 13.9.1980, s. 7)

Memleket, 12 Eylûl 1980 Darbesi evveline nasıl sürüklenmişti?

Şimdi, canalıcı suâl̃ şudur: Memleket bu elîm vazıyete nasıl sürüklendi?

Bizim altmış senelik müşâhede ve araştırmalarımıza nazaran, Türkiye’nin 12 Eyl̃ûl̃ 1980 Darbesi evvelindeki bir nevi dâhilî harb vasatına süreklenmesi, şu gibi âmillerle îzâh edilebilir:

En mühim âmil: Maârifin Tecrübî İlim Zihniyet ve Ahlâkıyle mücehhez insanlar yetiştirmemesi

1) Kemalist maârif sistemi, esâs îtibâriyle, İskol̃astik Zihniyetli insanlar yetiştirmektedir. İlmî Zihniyete zıdd olan bu zihniyetin esâsı, muayyen bir otoritenin hak̆îkat̃ kıstası hâline getirilmesidir. O, bir şahıs olabilir: Mustafa Kemâl, Marx, Lenin, Mao, bir tarîkat̃ şeyhi, bir dîn âlimi, bir feylesof, ilh… Hattâ bir müsbet ilim adamı: Durkheim, Freud, Darwin gibi… Yâhud bir müessese: Kilise, tarîkat̃, parti… Veyâhud bir medeniyet: Gar̃b (Frenk) Medeniyeti… “Kemalist Türkiye”de, başlıca otorite, Mustafa Kemâl’dir. Onunla berâber Frenk Medeniyeti… Neyin doğru, neyin yanlış olduğu onlara mürâcaat edilerek tâyîn ediliyor. Bizde, tahsîlli insanlardan vazgeçtik, akademisyenlerde dahi Tecrübî İlim Zihniyet ve Ahl̃âkı nâdiren görülüyor. Elbette, mekteblerimizde yeni nesillerin Tecrübî İlim Zihniyet ve Ahl̃âkıyle yetiştirilmemesi, onlara “ilmî bilgi” verilmediği mânâsına gelmiyor. Mes’ele şu ki “ilmî bilgi”, bizzât kendi ilim adamlarımız, ilim müesseselerimiz tarafından ortaya konulmuyor; kâhir ekseriyetle Gar̃b Medeniyetinden ik̆tibâs ediliyor. Bu meyânda, bilhâssa beşerî ilimlerle al̃âkalı nazariyelerin ve bu sâhalara dâir mâl̃ûmâtın sorgulanmadan benimsenmesi, bunlar, çok def’a, Gar̃b kültürünün ve Avrupa merkezli (eurocentriste) noktainazarın damgasını taşıdıkları için, Millî Kültürümüzde büyük tahrîbât yapıyor. Velhâsıl, insanlarımız, bu zihniyet ve ahlâkın îcâbı olarak, hiçbir iddiâyı, hiçbir fikri, şüpheci bir tavırla, fakat dâimâ hak̆îkate ulaşmak hâlis niyetiyle, sorgulamadan, tartışmadan, kıyasıya tenk̆îd süzgecinden geçirmeden, müsbit delîle istinâd edip etmediğini tâyîn etmeden doğru kabûl̃ etmemek idrâk̃ ve şuûruyle yetiştirilmedikleri, bu zihnî terbiyeden mahrûm bulundukları için, kendilerini, kolayca, aslında çürük temelli, hak̆îkat̃siz, istismârcı, hurâfî olmakla berâber büyük propaganda imk̃ânlarına sâhib ideol̃ojilerin, fikrî cereyânların telk̆înlerine kaptırmakta ve onlara malzeme olmaktadırlar.

2) 1900’lerden beri (Abraham Benaroya’ların, Dr. Şefik Hüsnü Değmer’lerin öncülüğünde) Selânik ve İstanbul’da teşkîlâtlanarak tedrîcen bütün Türkiye’ye yayılan Komünist İhtilâl Hareketi, -doktrini, felsefesi îcâbı- dâimâ ihtilâlci faâliyetlerle Memleketimizde ik̆tidârı zaptetme emelinde olduğundan, hep bir ihtilâl vasatı hâsıl etmiye çalışmış, bu uğurda Memleketin her mes’elesini istismâr etmiş, beynelmilel Komünist mihrâkları ve Sovyetler’le berâber Mütehakkim Zümrenin bir kısmından da büyük yardım gördüğü için hedefine çok yaklaşabilmiştir.