“Aziz yurttaşlarım, bir daha belirtiyorum ki Silahlı Kuvvetler aziz Türk milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır. İlh…” (12 Eylûl Cuntasının Şefi Org. Kenan Evren’in 12 Eyl̃ûl̃ 1980, sâat 13.00’te, Devlet Radyoları ve Televizyonu vâsıtasıyle Millete hitâbesinden, Milliyet, 13.9.1980, s. 7)
Dîğer taraftan, sık sık kullandıkları ve bu hitâbede de geçen “Atatürk Milliyetciliği”, hakîkî milliyetperverlikle alâkasız, Garbcilikden, Frenk mukallidliğinden ibâret bir düşünce tarzından başka bir şey midir? Ve Kemalizm, Marksizmden daha mı az bir “yabancı ideoloji”dir?
“Ebedî Şef’in Karârgâhı”nı ziyâret
Ahmet Emin Yalman’ın 10 Mayıs 1960 târihli Vatan’daki “Yaşayan Kuvvet” başlıklı başmakâlesine istinâden, yukarıda birkaç def’a tekrâr ettiğimiz vechiyle, onun ve Cemâatinin nazarında, Anıtkabir, “Ebedî Şef’in Ebedî Karârgâhı”dır ve o, “Karârgâh”ından Memleketi idâreye devâm etmekte, îcâbında ihtilâller, darbelerle onun rotasını tekrâr Kemalizm istikâmetinde düzeltmektedir. Nitekim, 28-29 Nisan 1960 Hâdiselerinde “talebeler”i idâre eden, arkasından 27 Mayıs 1960 İhtilâlini yaptıran da odur… Yalman da, zamân zamân, o “Karârgâh”a uğramakta, “Ebedî Başkumandan”dan “tâlimât” da denilebilecek ilhâmlar alarak siyâsî mücâdelesine istikâmet vermektedir…
Yalman ve Cemâatinin bu anlayışı, Rejime de mâl̃ olmuştur: Her vesîleyle Anıtkabr’e koşulmakta, “Ebedî Şef”le “telepati”ye benzer bir hâlle “irtibât kurulmakta”, huşû içinde, ona, yapılan ve yapılmak istenen işler rapor edilmekte, “tâlimât” alındıktan sonra huzûru terkedilmektedir… Memleketin resmî ricâli, bu irtibâtı, “ulu huzûr”da sâdece içinden gerçekleştirmekle kalmıyor, bir de Anıtkabir Defteri’ne yazarak zabta geçiyor…
Rejimin bu menâsiki böylece devâm edip gidiyor ve hiçbir resmî şahsıyet bundan müstağnî kalamıyor…
Öyle ya, kimin ne haddine ki “Zındık Şâir”in şu tehdîdine aldırmasın:
“Bilin ki Atatürk'ün kurduğu Ankara'ya / Atatürk'ün yolundan yürünerek girilir! / Anıtkabr’e gidip de yürekten baş eğmeyen / Günü gelir çarpılır, düşer, yere serilir! / Bir avuç yobaz için, bir sürü cahil için / Devrimi çiğneyecek ayak varsa, kırılır!”

(Milliyet, 13.9.1980, s. 7)
***
Velhâsıl, 27 Mayıs 1960’ta, 12 Mart 1971’de olduğu gibi, yine “Ebedî Başkumandan”dan aldıkları “tâlimât” veyâ “ilhâm”la, kendilerinde Hükûmeti devirme, Meclis’i feshetme, Esâsiyeyi lağvetme hak ve salâhiyeti gören Cuntacıların da, derhâl “Ebedî Karârgâh”a çıkıp Darbelerinin meşrûiyetini “Ebedî Başkumandan”larına tasdîk ettirmemeleri düşünülemezdi. Öyle de yaptılar!
“Millî Güvenlik Konseyi üyeleri [12 Eylûl 1980 günü] saat 11.55’de Anıtkabir’e gelmişlerdir. Burada, önde Orgeneral Kenan Evren, arkasında Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun ve Genel Sekreter Orgeneral Haydar Saltık olduğu halde Aslanlıyol’dan yürüyerek Atatürk’ün huzuruna gelmişlerdir. Orgeneral Kenan Evren ve beraberindekiler Ata’nın kabri başına üzerinde ‘Millî Güvenlik Konseyi” yazılı bir çelenk koymuşlar ve daha sonra saygı duruşunda bulunmuşlardır.
“Yapılan saygı duruşundan sonra Genelkurmay Başkanı ve Millî Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren, yeni açılan Anıtkabir özel defterine şunları yazmıştır:
‘Ulu önder Atatürk, kurduğun Cumhuriyet’in, kazıdığın ilkelerin sadık ve yılmaz bekçileri olan ve her zaman güvendiğin Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin, rejimi ve ilkelerini koruyamayan ve millî birlik ve beraberlik içinde bıraktığın güçlü Türk devletini her geçen gün biraz daha karanlığa ve acze itenlere dur demek, ilkelerine ve demokrasiye yeniden işlerlik kazandırmak için ülke yönetimine el koyma zorunda kaldığı bugün, seni minnet ve şükranla bir kere daha anıyoruz ve huzurunda saygı ile eğiliyoruz.’ ” (Milliyet, 13.9.1980, s. 6)
“Ataputçuluk” şahlanıyor
Kemalist Totaliter Rejimin en mühim müesseselerinden biri olan T. Dil Kurumu, Kemalist Uydurma Dilin ilk umûmî lugati olan 1945 Sözlük’ünün “din” maddesinde, misâl verirken, şu küstah cümleyi kullanmıştı: “Kemalizm, Türkün dinidir”!
Bu düstûr, 12 Eyl̃ûl̃ Darbecilerinde bir fikrisâbite olmuş, onlar, bütün Milletimizi Kemalizmin sâlikleri hâline getirmek için -Hahambaşılığın, Sabataî ve Mason cemâatlerinin, Siyonist mihrâkların da harâretli teşvîk̆iyle- büyük bir gayret içine girmişlerdi. Aşağılık bir darbeyle gasbettikleri Devletin bilumûm imkânları onların tasarrufundaydı. Dâvâları uğrunda bu imkânları toptan seferber ettiler. 1981 senesini (üstelik, Mustafa Kemâl, 1877 doğumlu olduğu hâlde) “100. Doğum Yıldönümü” îlân ederek ardı arkası kesilmiyen afyonlayıcı bir propagandayle insanlarımızın beynini yıkamıya çalıştılar ve buna geniş mik̆yâsda muvaffak da oldular.
Onların, Kemalizmi Memleketimizde dâimâ zinde, dâimâ hâkim bir dîn olarak yaşatmak için mürâcaat ettikleri en mühim vâsıtalar arasında, “Atatürk’ün Doğumunun 100. Yıldönümü Kutlamaları”na ilâveten, şunlar zikredilebilir:
1) Kemalizmi bir tabu hâline getiren Esâsiye (kendi dilleriyle “Anayasa”);
2) Birinci vazîfesi yetişen nesillere Kemalizmi şırınga etmek olan bütün maârif sistemi, hâssaten üniversiteler;
3) Kemalist Totaliter İdeolojiye şartlanmış ve bu uğurda her zaman darbe yapmıya hazır bir ordu;
4) Esâsiye, bütün mevzûât ve ders kitabları sâyesinde resmî dil yaptıkları Kemalist Uydurma Dil (riyâkârca tâbirleriyle “Öztürkçe”);
5) Bütün Tedrîsât kademelerinde okuttukları “İnk̆ilâb Târihi” dersleri;
6) “Kemalist Müslümanlık” dal̃âletini yayan “Dîn Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersleri ve Diyânet İşleri Reîsliği ile İlâhiyât Fakültelerinin aynı dal̃âleti yayan neşriyât ve faâliyetleri;
7) Esâs vazîfesi, emrine tahsîs edilen muazzam imkânlarla biteviye Kemalizm propagandası yapmak ve Kemalizm tabusunu muhâfaza etmek olan “Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”… (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 9.2.2019/143)
“12 Eyl̃ûl̃’cüler”, bu vâsıtalarla “Ataputçuluğu” şahlandırdılar ve biz ne kadar ferâsetsiz bir millet olmalıyız ki “Ataputçuluk” o günden bugüne hiç tavsamamıştır; iş başına geçen her Hükûmet ona bir ibâdet vecdiyle hizmet ediyor!

(Celâlettin Karagülle, Erin Ders Bilgisi Kitabı, Ankara: Güneş Yl., 1981, ss. 3-4)
12 Eylûl 1980 Cuntacıları, şartlandırma yoluyle, bütün bir milleti Kemâlperest yapmıya azmetmişti… Programları bugün de mer’iyettedir… Burada, Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın tavsıyeleriyle erlere okutulan kitabda, ezberlemekle mükellef olunan ve ezberliyemiyenlerin muhtelif cezâlarla çarptırıldığı “Atatürk Kimdir?” başlıklı metin görülüyor… Bir beyin yıkama nakaratı hâlinde durmadan tekrâr ediliyor: “En büyük insan, en büyük Türk, en büyük komutan, en büyük lider, en büyük devrimci, en büyük dâhî”, v.s., v.s.
***