Sâdece samîmî kanâat̃ini ik̆râr eden Çelik’e cânî muâmelesi yapılıyor!
Pazartesi ve müteâkib günler, yüksek tirajlı gazetelerden hâdiseyi büyük bir al̃âkayle tâk̆îb ettim. Böylece isyânım daha da büyüdü… Bu da iki sebeble: Birincisi, Sayın Çelik’e yapılan muâmele… İkincisi de, bâzı şahsıyet ve teşekküllerin hâdise karşısındaki tavırları…
Evet, Sayın Çelik’e düpedüz bir cânî muâmelesi yapılmaktaydı! Sayın Çelik, en nihâyet samîmî bir kanâat̃ini ifâde etmişti. Bu ise, suç olmak bir tarafa, en tabiî bir İnsan Hakkıydı. Hattâ, insanın samîmî kanâat̃ini ifâde etmesi, bir hakk olmanın ötesinde, bir insanlık borcudur.
Şimdi biz, bir ân, beyân edilen fikrin kânûnen suç teşkîl ettiği husûsunda kuvvetli bir ihtimâl̃in bulunduğunu farzedelim. Yapılacak olan nedir? Maznûn aleyhine dâvâ açılması, suçun ve cezânın tesbîtinin mahkemeye bırakılması… Öyleyse bu nezâret de ne oluyor? Karşımızda tehlikeli bir cânî veyâ kânûndan kaçma ihtimâl̃i bulunan herhangi bir maznûn mu var? Tabiî ki hayır! Bahis mevzûu olan, daha yeni büyük bir seçim mücâdelesinden muvaffak̆iyetle çıkmış, halkın hür irâdesiyle büyük bir şehre Belediye Reîsi olmuş şerefli bir insandır! Siz, böyle bir insanı, bir suç işlediğine inanıyorsanız, en nihâyet mahkemeye verebilir, aleyhinde dâvâ açabilirsiniz! Yoksa, hiç lüzûmu yokken onu nezâret altına alıp ona nasıl ezâ edersiniz? Bu yaptığınız, kat’iyen takbîh edilmesi l̃âzım gelen büyük bir zulüm olur!
L̃âkin skandal bununla da bitmiyor: Efendiler, Muhterem Belediye Reîsini yaka paça nezârethâneye atmakla kalmıyor, bu sefer de evini arıyorlar! Evet, evini arıyorlar! Sanki karşınızda amânsız bir tedhîşçi yâhud bir gizli teşkîl̃ât mensûbu var da evini arayıp korkunc sûikasd veyâ ihtil̃âl̃ pl̃anları keşfedeceksiniz!
Ve Muhterem Belediye Reîsinin evinde arama yapılıyor, aleyhine delîl olarak da buluna buluna kitab bulunuyor! Evet, bütün totaliter rejimlerin kâbusu olan o korkunc suç âletleri: Kitablar! Şimdi Sayın Çelik’in müsâdere edilen 300 civârında kitabı, aleyhine delîl bulmak ümîdiyle, didik didik edilmektedir…
Sayın Çelik’e, “beynelmilel bir tedhîşçi” yaftası yapıştırılmıya çalışılıyor!
Mes’ele bununla da bitmiyor: Bütün günâhı “Atatürkçü de, Laik de değilim; Müslümanım!” demekden ibâret olan Muhterem Belediye Reîsinin arkasında bir “gizli örgüt” olup olmadığı araştırılıyor! Buyrun bakalım! Nereden nereye! Bir sözün arkasından neler geliyor! Hattâ, Millî Görüş’ün Avrupa’da kendisiyle ihtil̃âf hâlinde olduğuna Pâris’de şahsen vâkıf olduğum “Kara Ses” denilen Cemaleddin Kaplan ile aralarında al̃âka kurulmıya çalışılıyor! Hani neredeyse adamcağız milletler arası bir tedhîşçi teşkîl̃âtın Türkiye elemanı îl̃ân edilecek!
İnsan Haklarını içine sindirememiş mürâî zümre
Bu meyânda isyân hissimi kamçılıyan ikinci husûs da, Demokrasi ve İnsan Hakları dâvâsını ağzında sakız etmiş bâzı şahsıyet ve teşekküllerin dahi zul̃me destek olduklarını hayretle müşâhede etmem oldu. Allâh’tan o arada birkaç yazarın da hâdiseyi takbîh ettiğini gördüm de bununla bir nebze tesellî ve sük̃ûnet buldum. İbret-i âlem için, zul̃me destek olanlardan birkaçını aşağıda zikrediyorum.

Şanlıurfa’nın şerefli Belediye Reîsi İbrahim Halil Çelik, sâdece ve sâdece, Kemalist değil, Müslüman olduğunu alenen beyân ettiği için, Mütehakkim Zümrenin temsîlcisi olan gazetelerin ve siyâsetcilerın hakâret bombardımanına mârûz kaldı…
***
Sayın Çelik’e karşı işlenen insanlık suçuna ortak olanların başında Hürriyet gazetesi geliyordu. Günaydın ve Güneş gibi gazeteler de tahrîkk̃âr neşriyât yapanlar arasında idi.
Simavi’lerin bir megalomanın sayıklaması gibi “büyük, en büyük” olmakla böbürlenen gazetelerinin 17 Nisan 1989 târihli nüshasının birinci sayfasında şu çirkin manşet yer alıyordu:
“Küstah Başkan gözaltında”…
Hemen altındaki cümle:
“Şanlıurfa Belediye Başkanı Halil İbrahim Çelik’in, ‘Ben, laik değilim; Atatürkçü de değilim. Müslümanım’ şeklindeki sözleri büyük tepkiyle karşılandı.”
Daha altta ise, Çetin Emeç’in 5. sayfadaki yazısının başlığı: “Yobaza kurslar”…
Gazetenin ertesi günki (18.4.1989 târihli) nüshasının birinci sayfasında, yine hakâretâmiz başlık: “DGM Savcıları örgüt araştırıyor… Küstah Başkan – Kara Ses ilişkisi…”
Erol Simavi’nin mûtâd neşriyâtının yeni bir nümûnesi olan bu tahrîkk̃̃âr neşriyât karşısında, Dönmelere karşı bir zamândır törpülemek için onca gayret sarfettiğim antipati hissimin yine depreştiğini hissettim…
Çetin Emeç’e ve temsîl ettiği Cemâat̃e nazaran affedilmez bir cür’et: “ ‘Ben Atatürkçü değilim’ diyebiliyor!”
Çetin Emeç’in 17 Nisan 1989 târihli Hürriyet’in 5. sayfasında neşredilen “Yobaza kurslar…” başlıklı yazısı ise, tek kelimeyle çirkefti! Masonluğu babasından (Selim Ragıp Emeç) devralmış muharrir, nezîh bir tenk̆îd yazısı değil, İnsan Haklarını açıkça ihl̃âl̃ eden bir hakâretnâme kaleme almıştı. Bu yüz karası yazı, Muharririn, Patronunun, Cemâat̃inin bir rûh aynasıdır:
“Adam, meymenetsiz suratlı… Ama, Türkiye Cumhuriyeti’nde, seçimle iş başına gelmiş Belediye Başkanı… Tükürülesi yüzüyle, açık açık, milyonlara meydan okuyor:
‘Ben, Atatürkçü değilim’ diyebiliyor…
“Takunyalarıyla övünen Teknikçi profesör bozuntusu liderinden de nasıl yüz bulmuş olmalı ki, aynı afra ve tafrayla, yabancı televizyoncular önünde bile çalım satıyor…
“Aslında, kopasıca kafasının iki yanından taşan uzun kulaklarını, baş ve işaret parmaklarımızla kavrayabilir, çekiştire çekiştire, kepçesinden içeri olanca soluğumuzla haykırabiliriz:
“Ey molla uzantısı… Bilmiyor musun ki Müslümanlıkta şeriatçılık ölmüştür…
[…]
Locada aldıkları “nûr”, rûhlarını aydınlatmıyor, karartıyor!
“Bir din sahtekârı, Atatürk’e niçin sırt çevirir?
“O’nun yüce eli, örümceklenmiş kafaları, kara fikirlerden temizlemeye kalktığı için… İlh…”
Tedhîşçilik, işte böyle kalemle de olur! Cinâyet, işte böyle kalemle de işlenir!
Çetin Emeç, daha evvel de, Simavi Holding’in o hayâsız dedikodu gazetesi Hafta Sonu’nun Neşriyât Müdürü idi. Bu iğrenc üsl̃ûbu belki de orada kapmıştır… Her hâl̃-ü-k̃ârda, yazdıkları ve üsl̃ûbu, Münâfıklığı meslek edinmiş Masonluk câmiasının ve arkasındaki Cemâat̃in zihniyet ve ahl̃âkını da fâş ediyor… Demek ki Locada aldıkları “nûr” o menem bir şey ki rûhları aydınlatmıyor, karartıyor!
Prof. Muhammad Arkoun
Evet, Sayın Emeç, Çelik Hâdisesinde, kendiniz adına da, mensûb olduğunuz Cemâat̃ler adına da fevkal̃âde utanc verici bir tavır takındınız! Hâl̃buki o yazınızın dîğer kısımlarında ne kadar mühim mes’elelere de temâs etmişsiniz! Bahis mevzûu ettiğiniz Prof. Dr. Muhammad Arkoun benim hoşlandığım bir ilim adamıdır ve aramızda İsl̃âm anlayışı bakımından büyük yakınlık vardır. Fakat insan, onun o güzelim fikirlerini böyle bir hakâretnâmede mi dile getirir? Hakâretleriniz, o zâtın fikirlerinin de arada kaynamasına sebeb olmuş! Hâl̃buki ondan bahsederken: “Bu uzak seste gönül sıcaklığı var, dost yumuşaklığı var…” demişsiniz. Ne olurdu sanki siz de aynı tavrı benimseseydiniz? Yoksa bütün derdiniz, Kemalizm nâmına Arkoun’u istismâr etmek miydi?
Bu meyânda, Sayın Arkoun’un İsl̃âmla al̃âkalı bâzı fikirlerine yakınlık duymakla berâber, M. Kemâl̃̃ hakkındaki fikirlerine pek de iştirâk̃ etmediğimi kaydetmeden geçemiyeceğim. Türkiye hâricindeki Müslüman münevverler, maâlesef M. Kemâl̃’i gerektiği kadar, yânî hak̆îk̆î çehresiyle tanımıyorlar; onun hakkında daha ziyâde resmî propagandanın têsîri altında kalarak kanâat̃ sâhibi oluyorlar. Nitekim Muhammed İk̆bâl̃ merhûm da öyleydi. O da Sayın Arkoun kadar hüsniniyetliydi, l̃âkin yeteri kadar sağlam bilgi sâhibi değildi. Bu cihetle, onların noksân ve yanlış bilgilerle geliştirdikleri müddeâlar bize al̃âka çekici gelmiyor…

Erol Simavi’nin Hürriyet gazetesinin 17 Nisan 1989 târihli nüshasında (s. 5), Farmason muharrir Çetin Emeç’in çirkef makâlesi…
***