“Eğer bugün, hem de kim bilir misiniz, o zaman henüz ordu müfettişi bulunan Mirliva Mustafa Kemal Paşanın doğrudan doğruya emrinde bulunan bir kolorduya kumandanlık eden zat, eğer bugün:

‘- Ben bu emri yapmamıştım. Çünkü böyle bir tehlike görmüyordum.’ derse…

“Fakat böyle adamla konuşulmaz. Böyle adama mantık, vesika, inan [delîl?] gösterilmez. Böyle adam Türk milletine teşhir olunur ve şöyle denir:

‘- Mustafa Kemal’in senin uğruna nelere katlanmış olduğunu düşün! Mustafa Kemali sevmek, seni sevmek, ondan uzaklaşmak, senden uzaklaşmak olduğunu hatırdan çıkarma! O senin kurtarıcın, koruyucun, atan ve nöbetçindir. Şimdi olduğu gibi, binlerce sene onun aşkı, Türk kanının öz mayası olacaktır. Ona acı bir kelime söylendiği zaman, kalbine bıçak saplanmış gibi ıztırap duymazsan, kendinden şüphe et!” (Falih RIFKI, “Bu Zatla Konuşulamaz!”, Milliyet, 18.5.1933, ss. 1 ve 4)

Bu mütekebbir, bu mütehakkim üslûblu metni Falih Rıfkı’ya acabâ kim dikte etti?

Selânikli Nuri Conker’in Karabekir’e açık mektubu: “Büyük bir dehâ ve onun âlemşümûl zaferleri elbette ki küçücük beyin kablarına sığmaz!”

Kâzım Karabekir’in Mustafa Kemâl’le mübârezesi, hiç âdil seyretmiyor: Bir tarafta devâmlı hafiye tâkîbinde ve evi tarassud altında Kâzım Karabekir, dîğer tarafta bütün matbûâtla ve birçok kalemşörle desteklenen Mustafa Kemâl!

18 Mayıs 1933 târihli Milliyet’te Falih Rıfkı’nın “Bu Zatla Konuşulamaz!” başlıklı başmakâlesinin ve Gâzîanteb Meb’ûsu Nuri Bey’in (Conker) mektubunun manşetten neşredilmesiyle, gayrimüsâvî mübâreze zirveye ulaşmış oluyor… Zâten rezâleti gören Karabekir Paşa, artık meydanı terk etmiştir…

Milliyet, Selânikli Nuri Conker’in mektubunu şu manşetlerle takdîm ediyor:

“Büyük bir dehâ ve onun âlemşümûl zaferleri elbette ki küçücük beyin kaplarına sığmaz! Nuri B.in Karabekir Pş.ya hitap eden çok mühim bir mektubu…”

Selânik Cemâatinin bu güzîdesinin yazdıkları da, hep efkârıumûmiye nezdinde Karabekir Paşa’yı küçük düşürmiye mâtûf mugâlata cinsinden şeylerdir… Üstelik, lâubâlî üslûblu ve pek saygısız şeyler! Tabiî, târihî hâdiseleri de işlerine geldiği gibi takdîm ediyorlar…

Nuri B.in yine Mustafa Kemâl’in kâr hânesine kaydettiği büyük bir askerî muvaffak̆iyet, Çanakkale Zaferi… Ne bunda, ne dîğerlerinde Millet veyâ Mehmedcik âmili hiç bahis mevzûu değil! Onlar, sâdece harbin malzemesi! Mühimm olan, bu malzemeyi kullanan dâhî kumandan! Muvaffak̆iyetlerin bütün şerefi ona âid! Hâl böyle olunca, Harb sonrasında bütün nîmetlere onun konması da gâyet tabiî oluyor!

“Çanakkale Zaferi demek, Mustafa Kemâl demekdir!” diyorlar… (“Çanakkale Atatürk demektir”, Cumhuriyet, 1.8.1936, s. 1)

Çanakkale Harbi, deniz muhârebesi safhasında (ki biz onu “1. Çanakkale Harbi” tesmiye ediyoruz) Cephede bile bulunmadığı ve kara muhârebelerinin (ki ona da “2. Çanakkale Harbi” diyoruz) Arıburnu, Conkbayırı, Anafartalar ve Kirectepe Muhârebeleri safhası da, kısmî muvaffak̆iyetlerle berâber, binlerce insanımızın şân-şöhret uğrunda fedâ edildiği büyük bir fâciâ olduğu hâlde, Mustafa Kemâl dehâsıyle kimsenin boy ölçüşemediği muzaffer kumandan oluyor! Muazzam bir ihânet netîcesinde bozgunla biten Filistin Harbi dahi, bozgun sonrasında bir müdâfaa harbi dahi yapmadan pürtelâş Toroslar’a kadar çekilen 7. Ordu Kumandanının büyük muvaffakiyeti sayılıyor! (19-20 Eylûl 1918 Filistin Cephesi bozgununun içyüzüne dâir araştırmamız: Ayasofya Câmii’ne “Bizans Müzesi” Hakâretinin İçyüzü; Yeni Söz, 20.2-25.3.2023/103-136’da mündericdir… İstiklâl Harbinin bilhâssa beynelmilel siyâset noktainazarından içyüzünü de şu araştırmamızla gözler önüne serdik: Yahûdilik-Masonluk Münâsebeti; Milat, 10.7-13.12.2024, 119 Tefrika… “Çanakkale Harbinin Hakîkî Kahramanları” ismini verdiğimiz araştırmamızı ise henüz neşir imkânı bulamadık…)

Hakîkaten, karayı ak, akı kara göstermede kimse bu Cemâatle boy ölçüşemez! (En azından bizdeki intibâ bu!)

Selânikli Nuri Bey, bu şeytânî mantıkla, “beyin kabı küçücük olan” şu “çapsız” Kâzım Karabekir Paşa’ya verip veriştiriyor:

“Karabekir paşa, yerinde rahat otururken kuru havadan nem kaparak akıl ve muhakemenin pek kolay sırrını bulamayacağı bir iddia ortaya çıkardı:

“Millî hareketin nüvesini o kurmuş! Erzurum kongresini o toplamış! O, Gaziyi Anadolu’ya davet etmiş! Filân ve filân zatlara böyle demiş! Padişahla görüşmüş! v.s. Bu iddialarını gûya ispat için de vesika diye o zamana ait birtakım muhabereleri bunların lehine mi yoksa aleyhine mi olduğuna dikkat etmiyerek neşretti. Hâlâ da yazıyor. […]

“…Bu satırları okuyunca dedim ki bizim Karabekir gururunun tam esiri olmuş! Tamamen şaşırmış! […]

Kerâmetleri hep kendilerinden menkûl̃!

“Karabekir paşanın en büyük hatası Mustafa Kemali hâlâ anlayamamış olmasıdır. Bu zatin bu hali kendisinin tarih sahifesinde hiç olmazsa Millî cidâlde Şarkta bir şeyler yaptı kaydının yalnız silinmesini intaç etmiş olmakla kalsa gene hayırlı olur. […]

“…İlk tarih devirlerinden bugüne kadar cereyan etmiş olan ve sevkulceyşin değişmez kaidelerinin vaz’ ve tasrifine esas teşkil eden meşhur büyük muharebeleri yapmış sevk ve kumanda üstatlarından hangisi hangi muharebede Dumlupınar’daki sanat büyüklüğünü ve kumanda maharetini göstermiştir?

“Anlaşılan en büyük düşmanları bile hürmete ve teslimiyete icbar eden bu fevkalâde büyük zaferi neticelendiren ordu amirinin istinat ettiği ‘vaziyet muhakemesi ve karar’ı doğuran kafanın pek müstesna kudret ve hassasiyetini Karabekir Paşa anlayamamıştır. […]

“…Karabekirin bugün Erenköyünde medenî hayat yaşaması… İşte bu hareketin neticelerindendir. Yoksa Karabekir Paşanın, genç kumandanların Anadolu’ya gönderilmesini padişaha söylemesinden ve Erzurum kongresini kendisinin kurduğunu iddia etmesinden ve filân ve falan şöyle veya böyle demiş olmasından değil! […]

“Tarih[-]i harbin kaydetmediğini kolaylıkla söyliyebileceğimiz Sakarya mukavemeti ve bu mukavemeti (Ata binerken üzengiden ayağı kayarak ense kemiklerinin [???] kırılmış olmasına rağmen) telkin ve ilham eden dimağ ve karakter kuvvetidir ki, sizin, -kendi ifadenizde- Erzurumda İngilizlerin görüp anlamasından endişe ederek kurduğunu[zu] iddia ettiğiniz Erzurum heyetinden yalnız iki kişi ile gizli temas etmekten ibaret olan millî harekete iştirakinizi daha ileriye götürmek külfetinden sizi müstağni kılmıştır. […]

“Rahat durursanız, günün birinde belki size de bir rol tevcîh edilebilir!”

“…Siyasî kanaat ihtilâfı dolayış ile kenardasınız. Olabilir. Rahat durursanız günün birinde belki size de bir rol tevcih edilebilir. […]

“…Hem siz, bir taraftan millî nüveyi ben kurdum diyorsunuz; hem de bu kurduğunuz millî nüve ile temas bile etmiyorsunuz. Erzurum kongresinin kapısından bile içeri girmemişsiniz! Binaenaleyh siz bunu düşünmüşsünüz amma; düşündüğünüzü yapmamışsınız! Yalnız düşünmüş olmak hakkı olarak bir şeref istiyorsanız ben kendi hesabıma verdim; al be birader! […]

“…Bütün milleti şaniyle şerefiyle temsil eden, şan ve şöhreti Hinde ve Çine ve Amerikaya intişarla milleti şenlendiren ve şanlandıran adamın size bir hisse ayırıp vermeğe hakkı yoktur; veremez. İlh…” (“Gaziantep Meb’usu” M. Nuri, Milliyet, 18.5.1933, ss. 1 ve 8)

Kendine taptırmanın bir başka formülü: “İki Mustafa Kemâl”

Rahmetli Kâzım Karabekir’in İstiklâl Harbi hakkındaki ifşââtı, otoritesi hiçbir şekilde tartışılamayan “Mutlak Şef”i bir hayli rahatsız etmiş görünüyor. Bunu, “Millîci” nâmımüsteârıyle verdiği pek kibirli ve mütecâviz cevâblardan, emrindeki kalemşörlerin birbirinden süflî hücûmlarından ve kendisinin bâzı beyânlarından anlıyoruz. Bu beyânlardan birisi -yukarıda naklettiğimiz vechiyle- Karabekir Paşa’yı “akıl hastası” îlân etmesi ise, bir dîğeri de etrâfındaki kalabalık bir dalkavuk ve/veyâ fanatik topluluğuna hitâben, “karşısında prensiplerine, ülküsüne sataşan bir muhalefet grupu varmış gibi” “iki Mustafa Kemâl”in mevcûdiyetinden bahsetmesidir. İddiâsına nazaran, bunlardan biri “fânî”, öbürü “ebedî” imiş! Milliyet gazetesinin Sâhib ve Başmuharriri, Siirt Meb’ûsu Mahmut Bey’in (Soydan) kaleminden okuyoruz:

“Ankara, 10 [Mayıs 1933]. (Telefonla Başmuharririmizden) – Gazi Hazretlerinin yanındayız. İki düzine vatandaş… İstiklâl mücadelesinden, siyasî ve içtimaî inkılâbımızdan bahsediliyor. Söylenen hikâyelerden, anlatılan hatıralardan bu Millî savaşta Gazinin büyüklüğü, dehası herkesin gözü önünde biraz daha canlanıyor.

“Bütün söylenenleri dikkatli bir sükûn ile dinlemekte olan Gazi, birdenbire söze atıldı. Karşısında prensiplerine, ülküsüne sataşan bir muhalefet grupu varmış gibi, hiddetli, heyecanlı, fakat tatlı bir edâ ile şu sözleri söyledi:

‘- Hükümlerinizde yanılıyorsunuz… İki Mustafa Kemâl var: Biri ben, ferd olan, fani olan Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal’den ise ‘Ben’ diye bahsedemem. Ondan ancak ‘Biz’ diye bahsedebilirim. O Mustafa Kemal, yani sizler, bu akşam etrafımda olanlar, memleketin her köşesinde çalışan köylüler, uyanık, münevver, vatanperver, milliyetperver vatandaşlar… İşte ben onların hayalini tespit ediyorum; onların hayalini tahakkuk ettirmeğe çalıştım. O Mustafa Kemal ölmez. O, Türk Milletinin ihtiyacları ile beraber, gitgide uyanan şuuru ile beraber, tekâmül ede ede ebedî olarak yaşayacaktır. Bizde cumhuriyeti yapan, inkılâbı yaratan, O ‘Biz’ diye ifade edebileceğim Mustafa Kemaldir.’ ”

Milliyet’in Sâhib ve Başmuharriri, makâlesinin devâmında, bir taraftan “bizzat kendisinden başka hiç kimse kendisine inanmamış bir tip” olan Kâzım Karabekir’i istihfâf ediyor, dîğer taraftan da, tam bir hokkabâz mârifetiyle, “Mutlak Şef”in bu beyânâtını onun “tevâzuuna” ve “büyüklüğüne” bir delîl olarak takdîm ediyor:

Yesevi-1

(Milliyet, 11.5.1933, s. 1)

“İki Mustafa Kemâl” varmış: Biri “fânî”, dîğeri “ebedî” imiş! Mustafa Kemâl, Panteist ve Dürk̃aymcı bir telakkîyle, bir kerre daha, ancak -cem’iyetin reîsi ve onun en yüksek ideallerinin tecessüdü ve ebedî timsâli olan- kendisinin takdîse, taabbüde lâyık kudsî bir varlık olduğunu iddiâ ediyor…

***