Suriye’den gelen güncel saha verileri ve haber akışı, "Tavşan'a Kaç, Tazıya Tut!" kurgusunun son perdesini deşifre ediyor. SDG’nin (PKK/YPG) yıl sonu yaklaşırken sergilediği bu hırçınlık, aslında "tazı"nın sahibinden (ABD/İsrail) gelen direktiflerle son bir kumar oynamasıdır.
Haberlerde geçen "Şeyh Maksut saldırıları" ve "10 Mart Mutabakatı'nı oyalama taktikleri" ışığında, SDG'nin Yeni Suriye ve Türkiye karşısındaki askeri ve siyasal kapasitesini şöyle değerlendirebiliriz:
SDG’nin doğrudan Suriye ordusuna ve Halep’teki sivil yerleşimlere saldırması, askeri bir zafer arayışı değil, bir “Kaos İhracı”dır.
Dışişleri Bakanı Fidan'ın Şam ziyaretinde belirttiği gibi, İsrail etkisi SDG’yi Suriye’nin iç istikrarını bozmak için bir "pimi çekilmiş el bombası" gibi kullanıyor. İsrail, dikkatlerin Gazze ve Lübnan'dan Suriye'ye kaymasını, Suriye devletinin kendi iç meseleleriyle felç olmasını istiyor.
SDG'nin Halep mahallelerinde başlattığı çatışma, lojistik desteği olmayan bir "intihar görevi" niteliğindedir. TSK ve Suriye ordusunun ağır silah ve hava üstünlüğü karşısında, bu mahallelerin birer "Fare Kapanı"na dönüşmesi kaçınılmazdır.
Mazlum Abdi ve Eldar Halil gibi isimlerin "2026 Kürt birliği yılı olacak" veya "yeni sürecin başlangıcı" söylemleri, aslında çökmekte olan bir yapının militanlarını bir arada tutma çabasıdır.
Reuters'ın geçtiği "50 bin kişilik teklif" aslında SDG için bir "ölüm fermanı"dır. Çünkü bağımsız komuta yapısını yitiren bir örgüt, artık bir "aparat" olamaz. SDG’nin bu teklife isteksizliği, aslında efendilerinin (ABD/İsrail) onlara Suriye devletine teslim olma izni vermediğini gösteriyor.
Haberlerde yer alan Arap aşiretlerinin Suriye devletine bağlılık ilanı ve "Cevap görecekleriniz olacak" çıkışı, SDG'nin altındaki zeminin tamamen kaydığını kanıtlıyor. SDG artık "halk desteği olan bir yapı" değil, sadece "silahlı bir azınlık diktası" olarak görülüyor
Türk Dışişleri Bakanı Sn. Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Sn. Yaşar Güler ve MİT Başkanı Sn. İbrahim Kalın’ın Şam’da Suriye yönetimiyle bizzat görüşmesi, tarihin akışını değiştiren bir hamledir.
İki devletin "terörü bitirme" noktasında birleşmesi, SDG'nin sığındığı "Şam ile anlaşır, Türkiye'ye karşı korunurum" veya "ABD bizi korur" hayallerini bitirmiştir.
Yaşar Güler’in "Planlarımız hazır, ne yapacağımızı biliyoruz" sözü, diplomatik sürecin başarısız olması durumunda başlayacak olan "Demir Kıskaç" harekatının onaylandığını gösterir. Sonuç ve Öngörümüz şudur: SDG’nin Tiyatro Perdesi Kapanmaktadır. SDG’nin İsrail ve ABD’den aldığı destek, onlara ancak "onurlu bir tasfiye" yerine "kanlı bir çöküş" vadedebilir.
Kısa vadede, Halep ve Tişrin Barajı gibi noktalarda taciz ateşleri ve terör eylemleri artabilir. Ancak, eğer yıl sonuna kadar entegrasyon gerçekleşmezse; Türkiye'nin kuzeyden, Suriye ordusunun güneyden ve Arap aşiretlerinin içeriden yapacağı senkronize müdahale ile SDG'nin kontrol ettiği alanlar hızla parçalanacaktır.
ABD ve İsrail’in "ortak" dediklerini nasıl yolda bıraktığı gerçeği, çok yakında "SDG nesnesi" üzerinden bir kez daha tescillenecektir.
Son 3 gündür sahadan alınan veriler ışığında ve 17 Aralık Tarihli uzun analizimizin ne kadar isabetli bir tespit olduğunu ortaya koymakta ve Suriye’deki "10 Mart 2025 Mutabakatı" sürecinin en kritik virajına girildiğini göstermektedir. Aranan "barışçı entegrasyon", SDG'nin (PKK/YPG) hem masada zaman kazanma manevraları hem de sahada (Halep ve barajlar hattı) artan provokasyonları nedeniyle ciddi bir tıkanma noktasındadır.
Haber akışındaki "Şeyh Maksut saldırıları" ve "İsrail etkisi" gibi verileri, 3. bir göz olarak makale çerçevesinde değerlendirdiğimizde ortaya çıkan tablo şudur:
SDG, 31 Aralık tarihine günler kala Suriye’de Siyasal Karşılık çıkartarak, “Zaman Kazanma ve Şantaj" peşindedir.
SDG, 2025 yıl sonu olarak belirlenen kesin entegrasyon takvimini, Washington ve İsrail'den gelen "diren" mesajlarıyla sabote etmektedir.
SDG, Suriye ordusuna "birim" (tümen) bazında, yani kendi komuta yapısını koruyarak katılmak isterken; Ankara ve Şam, örgütün tamamen dağıtılarak "ferdi" olarak orduya dahil edilmesini şart koşmaktadır.
Mazlum Abdi’nin "2026 büyük projemiz" çıkışı, makalede bahsedilen "Güney Vietnam" veya "Afganistan" örneklerindeki gibi, koruyucu güç (ABD) çekilmeden önceki son hamasî dirençtir.
Analistlerin "İsrail etkisi" olarak nitelediği durum, SDG’nin bir barış aktörü değil, bölgede "ikinci cephe" açmaya programlanmış bir aparat olduğunu tescillemektedir.
SDG’nin diğer bir amacı da askeri karşılık olarak "Halep Çıkmazı"na girmeye teşebbüs etmiş olmasıdır.
SDG’nin Halep’teki Şeyh Maksut ve Eşrefiye mahallelerinde başlattığı sivil insanları da hedef alan saldırıları, askeri bir zaferden ziyade, "kaos üzerinden masada el güçlendirme" çabasıdır. Ancak, ne yazık ki, bu teşebbüsü, “Halep Kapanı”na girdiğini göstermektedir.
Şam ve Ankara’nın ortak kontrolündeki Halep’te bu mahallelerin kuşatılması, SDG için bir askeri başarı değil, 17 Aralık tarihli makalemde belirttiğim gibi, "Haseke çıkmaz sokağı"nın bir ön aşamasıdı
SDG bünyesindeki Arapların (yaklaşık %30) ve bölgedeki büyük aşiretlerin (El-Akidat, El-Baggara vb.) Suriye devleti yanında seferber olması, örgütün askeri omurgasını içeriden çökertmektedir.
22 Aralık 2025 tarihli Şam zirvesi (Fidan, Güler, Kalın), bu tiyatronun sonunu getirecek olan "Demir Kıskaç" harekatının siyasi altyapısıdır. Sn. Bakan Yaşar Güler’in "Planlarımız hazır" ve "Gerekirse zorla yaptırırız" ifadeleri, mutabakatın yıl sonunda çökmesi halinde Türkiye ve Suriye’nin eş zamanlı bir temizlik harekâtı, bir Ortak Operasyon Sinyali verilerek başlatabileceğini göstermektedir.
Türkiye, bu askeri baskıyı "enerji gelirlerinin merkezileşmesi" ve "ortak pazar" gibi ekonomik vaatlerle destekleyerek SDG’nin tabanındaki halkı (mülteci ve yerel halk) Ekonomik Güvence ile devlete dönmeye teşvik etmektedir.
Sonuç olarak; SDG’nin İsrail ve ABD’ye güvenerek verdiği karşılık, "Barzani/1975" veya "SLA/2000" örneklerinde olduğu gibi, efendilerinin bölgeyi terk ettiği gün son bulacaktır. "Tavşana kaç, tazıya tut" oyunu bozulmuştur çünkü Türkiye ve Suriye, artık tazının tasmasını elinde tutanlarla masaya oturmak yerine, tazıyı sahadan tamamen tasfiye etmeye odaklanmıştır.