Gazze’de ölüm sıradanlaştı. Açlık, artık bir istatistik; çocuk cesetleri, ekranlara alışkanlıkla düşen görüntüler. İsrail’in uyguladığı sistematik soykırım karşısında Batı'nın başkentlerinde bir kıpırdanma var şimdi. Sözcüler, bakanlar, temsilciler… Cümleleri değiştiriyor, kelimeleri sertleştiriyorlar. “Orantısız”, “iğrenç”, “kabul edilemez”… Artık sözcük dağarcıkları biraz daha öfkeli, biraz daha utangaç. Ama asıl soru değişmiyor: Bu kelimeler hangi çocuğun ölümünü durdurdu? Bu açıklamalar hangi bombayı geri çevirdi?
Birleşmiş Milletler İnsani İşler Genel Sekreter Yardımcısı Tom Fletcher’ın açıkça “İsrail, açlığı bir savaş silahına dönüştürdü” demesi gecikmiş bir gerçeğin itirafı değil; işlenen suça ortak olan sessizliğin açığa vurulmasıdır. Gazze’nin sınırında tonlarca yardım yığılmışken İsrail’in bu yardımları kasten engellediğini dünya elbette biliyordu. Nitekim İsrailli bakanlar bu açlık politikasını açıkça dile getirdiler: Gazze halkı umutsuzluğa sürüklenmeli, başka bir yere gitmek zorunda bırakılmalı. Bu, etnik temizliktir. Ve bu temizlik için kullanılan araçlar Batı’nın silah fabrikalarında üretilen mühimmatla yürütülüyor.
Bugün İngiltere’den Danimarka’ya, Kanada’dan Fransa’ya kadar birçok ülke kamuoyunun baskısıyla bazı silah ihracatlarını dondurduğunu açıklıyor. Ne var ki, bu kısıtlamalar çoğunlukla göstermelik. İngiltere hâlâ İsrail’in kullandığı F-35 uçaklarının parçalarının %15’ini üretiyor. Kanada, topçu yakıtı sevkiyatına devam ediyor. Danimarka, bomba salma sistemlerini gönderiyor. Bütün bu ülkeler söylemde değişmiş gibi görünse de fiiliyatta İsrail’in katliam makinesine lojistik destek sunmaya devam ediyor. Yani soykırımın dilini kınayanlar gövdesini hâlâ besliyor.
Amerika Birleşik Devletleri ise bu suç ortaklığının zirvesinde. Gazze’yi yerle bir eden bombalar, çocukları parçalayan füzeler, şehirleri boğan ateş dalgaları—hepsi Washington’ın doğrudan sevkiyatıyla ulaşıyor İsrail’e. Leahy Yasası’na göre insan haklarını ihlal eden hiçbir ülkeye silah satışı yapılmaması gerekiyor. Peki bu yasa nerede? Hangi mahkemede, hangi kongre salonunda hatırlanıyor? Beyaz Saray, açıkça uluslararası hukuku çiğneyen bir devlete silah göndermeyi sürdürüyor. Ve bunu yapan sadece Trump ya da Biden değil; bunu mümkün kılan tüm siyasi sistem, tüm bürokratik aygıt ve tüm çıkar koalisyonlarıdır.
Avrupa sokakları artık yalnızca bir protestonun değil, bir çığlığın mekanı. Londra’da yüz binlerce insan, Kopenhag’da işçiler, Montreal’de öğrenciler—hepsi aynı haykırışı yükseltiyor: “Bizim vergilerimizle katliam yapılmasın!” Ancak hükümetler, bu sese kulağını tıkıyor. Söylem değişiyor evet ama bu kelimeler hâlâ bombaların önüne geçmiyor. Çünkü mesele kelimeler değil. Mesele irade.
Tarih bu dönemi yazarken liderlerin söylediklerine değil, yaptıklarına bakacak. Hangi ülke hangi silahı gönderdi? Hangi söz hangi çocuğun canını kurtardı? Hangi “demokrasi” hangi yıkıma ortak oldu? Gazze’nin taşları altında bu sorular kazınacak. Ve cevapları yalanlarla örtülemeyecek.
Bu yüzden artık söylemlere değil, sevkiyatlara bakılmalı. Açıklamalara değil, uçaklara. Kınamalara değil, kıtlığa. Çünkü soykırımı durduran şey diplomatik satırlar değil, pratik engellerdir. İsrail’in tankını durduran şey, bir parça üretiminin durmasıdır. Bir çocuğun hayatını kurtaran şey, bir mühimmat fabrikasının sessiz kalmasıdır. Ve bir halkın geleceğini belirleyecek olan şey, Batı’nın iki yüzlü söylemi değil o söylemin altındaki gerçek iradedir.
Ve bu irade hâlâ suçun tarafında duruyor.