Bulut Krallığı
Her şeye gücü yettiğini sanan insan Tanrı'dan rol çalmaya ne kadar da hevesli görünüyor. Bir zerreden öte bir hükmü olmayan insan, ne kadar büyüttü kendini, kendi gözünde. Evvela kendi çizdiği sınırların ötesine geçme arzusu büyüttü içinde, sonra da sınırları zorlamanın fıtratını bozduğuna dair tezler savurdu ulu orta meydanlarda. Kendi eliyle ürettiği sorunlar için kendine dair şikâyetler savurdu. Her şeyden şikâyet edince de mutluluk uzaklaştıkça uzaklaştı.
Hiçbir şeyden
tatmin olamayan insan kendinden şikâyet etmeye başlayınca devreye dış etkenler
girmeye başladı. Kişinin olumsuzluğunu her zaman fırsata çevirmeyi başaran
sistemler, düzenlerinin devamı için her şeyi mubah olarak görür. Bu sistemlerin
baş aktörlerinden biri de emperyalizmdir. Kendi düzenlerinin devamı için
yayılmacı bir politika ile işgal metodunu benimseyen emperyalizm, deneği
insanlar olan laboratuvarlarda kendi hayatını idame ettirmek uğruna bütün
insanlığı kobay haline getirdi. Sonra da adına toplum mühendisliği diyerek
yaptığı eylemi cafcaflı göstermeyi başardı. Öldürmekle bitiremediği insanları
sonra da savaş çığırtkanlığı yaparak birbirine öldürttü. Bu da kendisini
hedefine ulaştıramadığında pandemi safsatasıyla insanlığın iç dinamikleriyle
oynamaya başladı.
İşe,kökleri
kültür toprağına sıkı sıkıya bağlı olan toplumların kültür hamurunun mayasını
bozmakla koyuldu. Entegrizm adında bir ağrı kesici ile anti-doğal yollarla kök
ile gövde arasındaki bağı koparmayı zorladı. Sınırları o kadar zorladı ki,
ortaya çıkan Frankeştayn görünümlü yeni modele kendi bile hayran kaldı. Sonra
laboratuvarının metrekarelerini büyüterek bütün dünyayı kendi at çiftliğine
çevirdi. Günden güne büyüyen kölelik temeline dayalı krallığını kâğıt parçasından
ibaret paralarla sevk ve idareye koyuldu. Doğallığı, suni yapılanmaların
mezarlığı haline getirerek dününden nefret eden ucube bir kuşak türetti. Bu
türeme ile birlikte tükenen nesil, kuşaklar arası çatışmanın öncüsü oldu.
Zamanla her şey
o kadar çetrefilli bir hal almaya başlamıştı ki, krallığın sarayındaki soyguncu
zebaniler durumdan gayet memnundu. Çünkü onlar kaostan beslenen türlerdi.
Nihayetinde laboratuvarlarda denenen metotlar meyvesini vermeye başlamıştı.
Olayı o kadar ileri götürdüler ki kral olduklarını iddia edenler, kendilerini
tanrı görmeye başladı. Dünyanın artık Allah’ın değil, kendi krallıklarının
tapulu malı olduğunu iddia kadar işi götürdüler.
Ancak hesaba katmadıkları
küçük bir ayrıntı vardı. O da bu kadar ihtişamlı ve kusursuz görünen krallığın
temeli bir damla suyun üzerine kuruluydu. Aslında kendi özü de bir damla su
değil miydi? Felsefenin ‘Arkhe’ (Ana madde) tartışmalarının temelinde olan su,
bugün hala ana madde olarak varlığını idame ettirirken, onunla mücadele
edenlerin tarihte esamesi dahi okunmuyor. Bulut, artık içimi dökmüyorum derse
yapabilecekleri hiçbir şeyleri yoktu.
Dünyalık ve
beşeri bütün hesapları yapan bu insanlar ilahi adaletten o kadar habersiz kalmışlardı
ki, hesap yapanların üstünde en büyük hesap sahibinin Allah olduğunu
unutmuşlardı. Yüce Allah; “O Allah ki, rüzgârları rahmetinin öncesinde
müjdeci olarak gönderir. Nihâyet bu rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları pek
hafifmişçesine kaldırıp yüklendiği zaman biz onu kuruyup ölmüş bir memlekete
sevk ederiz; böylece oraya su indirir de onunla her çeşit ürünü çıkarırız. İşte
biz ölüleri de kabirlerinden böyle çıkaracağız; umulur ki düşünüp ders
alırsınız.” (Araf Suresi, 57. Ayet) ayetinde de açık bir şekilde bu
müjdeyi görmemiz gerektiğini belirtiyor.
Ne diyelim, kral
çıplak deyince zorlarına gidiyor, lakin kralları cidden çıplak ve bu hakikate
gözünü kapatanlar acizliklerinin üstüne örtükleri örtü ile kurtulabileceklerini
sanadursunlar.
Suyun yaşamın
temel kaynağı olduğunu unutsalar da onun hakikatini yok sayamazlar. Çünkü susuz
hayat mümkün değildir. Bir buluta hükmü geçmeyen insan kendini ne kadar
gereksiz anlamlandırdı. Marifet hakikatteki sırra erebilmektedir. Nihayetinde
bulutun krallığı, dünyalık bütün krallıkların üstündedir.
Bulut yağmurun, rahmetin, temizliğin, bereketin, dirilişin ve
kurtuluşun müjdecisidir…