Muhteşem Süleymaniye Camii’ne bakarak, “500 sene evvel inşa edilen eserlerimizle övünüyor, onları bize kazandırdıkları için atalarımıza dua ediyoruz. Bundan beş yüz sene sonra yaşayacak torunlarımız, bizim hangi eserlerimizle gurur duyacaklar ve bizlere niçin dua edecekler?” diye sordum kendi kendime.
Bazen “çok tuhaf” düşünceler geçer aklımdan…
Mesela…
“Mimar Sinan bu çağda yaşamış olsaydı bundan 500 sene sonra yaşayacak torunlarımızın gurur duyacağı, kendisine dua etmelerine vesile olacak eserler meydana getirebilir miydi?” diye düşünürüm.
Çok tuhaf şeyler…
Mesela…
Bugünkü sosyal medya ortamında büyütülmüş olsaydı Merhum Mimar Sinan…
Bugünkü liselerden birini bitirmiş olsaydı; bütün çocukların bir kalıba döküldüğü tuhaf okullardan birini…
Okumak için deli olanla, okumamak için her şeyi yapanın aynı binalara, aynı sınıflara doluşturulduğu…
En gayretli, en kabiliyetli, en zeki çocukların da, aynı süreye ve aynı müfredata bağlandığı okullardan birinde okutulsaydı…
Aynı sistemden geçirilmiş öğretmenlerden ders alsaydı…
Her sene her sene, “balığın tırmandığı kavak” tarihi ezberleriyle…
Her sene, her sene, kümelerden başlayan ve ilk imtihanların “keşişim birleşim kümeleriyle” atlatıldığı…
Kafaların “Bu anlatılanlar büyüyünce ne işimize yarayacak?” geyikleriyle dağıtıldığı ortamlarda…
Kızlı- erkekli sınıflarda…
Karma eğitimin koridorlarında büyütülseydi Merhum Sinan…
“Aşağıdaki beş şıktan hangisi doğrudur, hangisi yanlıştır!” usulü sınavlara hazırlansaydı…
Test ile tost arasına sıkıştırılmış bir çocukluk ve gençlik dönenimden geçirilseydi…
Beton yığınları arasında…
En fazla 300 kelimelik sohbet ortamlarında…
Saçma düşünceler geliyor aklıma…
Fenerli mi olurdu, Galatasaraylı mı, yoksa Beşiktaşlı mı?
Yoksa doğduğu yerin takımını mı tutardı?
Desteklediği takım, yenildiğinde üzülür, “Şimdi sınıfta dalga geçecekler” diye tasalanır mıydı?
Kılık kıyafetini elinden geldiğince modaya uydurur muydu?
Mimar ya…
Acaba liseden sonra, hangi üniversitenin mimarlık bölümünü tuttururdu?
İTÜ mü, ODTÜ mü?
Bozok Üniversitesi mi?
*
Merhum İstiklâl Şairimiz,
Süleymaniye’nin yeniden inşa edilebilmesi için “Bir Mimar Sinan’a ve bir de Kanuni Sultan Süleyman’a ihtiyaç olduğunu” söylüyor ya…
Muhteşem Süleyman olmasa, Muhteşem Sinan da olmayacak…
O iklim olmasa, her ikisi de olmayacak…
Otuz altı Osmanlı padişahının 9’u “divan sahibi” şâir.
Ve dahi hattatlar, bestekârlar, marangozlar, sporcular…
O iklim…
*
Merhum Sinan…
Kayseri’nin Ağırnas Köyü’nde doğuyor…
Asker ocağına gidiyor…
Burada yapı işlerinde görev alıyor…
Büyük ustaların yanında pişiyor…
Osmanlı’nın seferlerine katılıyor…
Bağdat seferinde, Van Gölü‘nün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlayınca, "haseki" unvanına lâyık görülüyor.
Karaboğdan Seferi’nde ordunun Prut Nehri’ni geçmesi için köprü inşa edilmesi gerekiyor.
Bataklık bölgede günlerce çalışılıp da köprü yapılamayınca iş, Sinan’a veriliyor…
Merhum o köprüyü kısa sürede yapınca ünleniyor…
Başmimar Acem Ali vefat edince, yerine O geçiyor…
Ve O da kendisinin yerini alacak mimarları yetiştiriyor…
*
Adam yetiştirme meselesi…
İklim…
*
Bu okullarla olur mu?
Bu ortamda olur mu?
Bu öğretmenlerle olur mu?
Bu velilerle olur mu?
Velilerden kaçı veli?
Biz kimiz?
Ya sen kimsin?
Asıl sen kimsin!
*
Şimdilerde bir derdimiz var;
Su tesisatımız bozulsa, tamir edecek usta bulamıyoruz!
Geçen gün içeride kalınca çilingir çağırdık…
Gelen Amca, “Çilingir yetişmiyor artık, çırak yok çırak!” dedi.
*
Sağa bakıyorum, sola bakıyorum…
Bir Teknofest Gençliği çıkıyor karşıma…
Onlara bakıyorum ümitle…
“Nazar değecek” diye ödüm patlıyor!..
Bu sene KKTC’de olacaklar…
Biz de ümitleneceğiz onlara bakarak…
“Belki de 500 sene sonraki torunlarımızın gurur duyacağı eserleri bu çocuklar yapacak!” diyeceğiz…
“Rabbim nazarlardan saklasın.” diye dua edeceğiz.