0
Sukut ikrardan mı yoksa ikrar mı sukuttan? Bu ikilemin fırtınaya dönüştüğü bir haldeyim. Tefekkür babına bürünmüş, sis inen zihnimde çıkar yol arıyorum. Kafamda deli sorular bir birini kovalıyor. Niye? Neden? Niçin? Kafiyesiyle kurulu düşünceler perdeliyor gözlerimi. Bir fincan kahvenin koyuluğunda dalıp gidiyorum saatlerce. İç içe geçmiş girift denklemlerde boğuluyorum. Türkçe, Kürtçe, Arapça ağıt yakılan topraklarda İngilizce ve İbranice kahkahalarla irkiliyorum. Giriş bölümünü yaşadığım bir ruh halindeydin anlayacağınız ve adım adım sonuca ulaşıyorum.
Birilerinin ateşlediği fitneye sukut etmek ikrardan değildi hiç şüphesiz. Fitnenin başını ezmek gerekirdi. Kabullenmek ise sukutumuza atılan bir iftiraydı. Olaylara sebep - sonuç ilişkisinden bakmak lazımdı. Nihayetinde sessizliğimizin bir nedeni vardı. Kaldı ki okul bahçesinde daha 7 'sinde titreyerek "Hakkıdır Hakka Tapan Milletimin İstiklal" derken yalan söylememiştik. Bu vatan söz konusu olduğunda içimizde volkanlar patlasa da bağrımıza taş basmayı gerektiriyordu bir bakıma. Bazen de "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" öğretisiyle duruş sergilemekti umarsızca.
İşte bu iki sarmalı akıl ve vicdan süzgecinden geçirdiğimizde, bu gün için sonuç sukuta varıyordu. Yani halk nezdinde şartlara göre tavır belirlemeliydik. O da günümüzde sessiz çoğunluğun vakur heybeti olmalıydı. Diğer yanda devletin kendi görevini sağlıklı şekilde yerine getirmesi için fırsat verilmeliydi. Bunun yerine aksi bir davranış tercih edildiğinde, kaş yaparken göz çıkarmak içten bile olmayacaktı. Kimi zaman "Hak uğruna haksızlığa" zemin hazırlanacak, kimi zaman da anlatamadıklarımız anlaşılamadığımız sonucunu doğuracaktı. Dolayısıyla duygularımızın aklımıza hükmetmesiyle varılan nokta da "Kahpe Terör" kazanacaktı.
Bakıldığında, kökenini kafatası milliyetçiliği üzerine oturtulan bu çatışma tezinin özü, Şeytan'a kadar uzanır. Şeytan'ın "Ben ateşten yaratıldım ama Hz. Âdem topraktan, ben ondan üstünüm" diyerek ilahi emri dinlememesi kafatası etnisiteciliğinin başlangıç noktasıdır. Hz. Peygamberin "Arap'ın Arap olmayana Arap olmayanında Arap'a üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır." düsturu ise bu zehre panzehir hükmündedir. Tabi ki aslımızı inkar etmemeliyiz, lakin bunu üstünlük sebebi olarak görmek yanlış bir refleks olacaktır. Yoksa bilmeden "Ancak Müslümanlar Kardeştir" hakikatini çiğnemiz oluruz.
Bahsettiğimiz gerçeklikte günümüze bakmak zorundaydık. Tabi adı Milliyetçi olanların "Gerekirse Beştepe'ye yürürüz" diyerek halkı sokağa dökmesi veya bir eş başkanın milli tabanını silahlı mücadeleye çağırması bizleri kışkırtmıyor değil. Fakat vatanın gerçek sahipleri (halk) olarak sağduyumuzla bu savaş tamtamlarını bastırabilirdik. Bir takım "tuzları kuruların" reklam kokan hareketlerine aldanmamalıydık. Çünkü bizler; Türk, Kürt, Arap, Laz, Zaza, Roman… dedelerimizin bedel ödeyerek bıraktığı bu toprakları sokakta bulmamıştık.
Bu noktada "Teröre lanet" yürüyüşünde polisimizi darp edenleri yargılamak değil kesinlikle niyetim. Yada "Türkiye Partisi" yalanıyla kanal kanal, ülke ülke dolaşan "güvercinleri" kınamakta…Teröristi çiçek çocuk gibi sunan medyayı veya devletini pis zırvalarına ortak eden saman beyinlilerden de söz etmek istemiyorum. Zaten arife tarif gerekmezdi. Hedefim, üst aklın ekmeğine yağ sürenlerin yaptığı tezvirata karşı farkındalık oluşturmaktı. Bilinmelidir ki eğer bu feraset gösterildiği takdirde tüm oyunlar sadece teferruat kalacaktı.
Bu bağlamda teşbihte hata olmazsa "Bedir" gibi önemli bir seçimin arifesindeyiz. Milletçe bize yaşatılan ihanetin cezasını sandıkta kesmek üzereyiz. Yaşadıklarımız, "Büyük Türkiye Yolunda" sınıf atlayan ülkemize bedel ödettirmekten başka bir şey değildir. Bu güne dek egemenlere kafa tutan Sn. Erdoğan'ın pasifize edilme süreci bu oyunun bir parçasıdır. Birbirinin zıttı kesimlerin, hep bir ağızdan Sn. Erdoğan'ı dillerine pelesenk etmesinin de asıl sebebi budur. Bu yönüyle PKK ile aynı karede görünmekten bile hayıflanmadıkları açıktır. Hatta kalleş saldırıların sorumluluğunu Sn. Cumhurbaşkanımıza yükleyerek ne yazık ki aklımızla dahi alay etmişlerdir. İnanın, bu hasmane tutumları vesilesi ile, şayet 1 Kasım seçimlerine girmez ve çıkacak malum sonucun meşruiyetini kabul etmezlerse hiç şaşırmam.
Hiç şüpheniz olmasın. Haziran seçimlerinden sonra doğuda varlığını hissettiren devlet, asıl özgür iradenin sandığa yansımasını sağlayacaktır. Ve yine hiç şüpheniz olmasın ki üzerimizdeki kara bulutlar dağılacaktır. Yeter ki bizler sağduyumuzu koruyalım ve dikta edilen algısal böcücüğün farkına varabilelim. Vakit, tek yumruk olma vaktidir. Belki canımız yanacaktır. Ama bu toprakların "Sağduyulu özü" (milli irade) kazanacaktır. Merhum Akif'in "Hangi Çılgın Bana Zincir Vuracakmış Şaşarım" sözü tüm olup biteni sizce de özetlemiyor mu? O halde inadına selam, inadına sevgi demeye devam edeceğiz.
Bu vesileyle tüm şehitlerimize rahmet diliyor, vatanın bekası uğruna dökülen kanlarının birliğimize tekrar vesile olması için dua ediyorum.
Vesselam…