Orta Doğu, binlerce yıldır medeniyetlerin, dinlerin ve siyasal güçlerin çatışma ve etkileşim alanı olmuştur.  Bölge, sahip olduğu enerji kaynakları, dinî merkezler ve jeopolitik konum itibarıyla birçok uluslararası projenin ve stratejik planın hedefi hâline gelmiştir. Bu bağlamda, İsrail'in "Büyük İsrail Projesi" ve Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki "Büyük Orta Doğu Projesi (BOP)", 20. ve 21. yüzyılda bölgenin siyasi haritasını yeniden şekillendirmeye yönelik iki önemli yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. Her ne kadar bu iki proje farklı aktörlerce geliştirilen ayrı planlar olsa da, aralarında örtüşen stratejik hedefler ve ortak çıkarlar dikkat çekmektedir.

20. yüzyılda İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte bölgenin jeopolitiği derin bir dönüşüm geçirmiştir. “Büyük İsrail Projesi” hem dinsel mitolojiye hem de siyasal Siyonizm’e dayanan, İsrail’in sınırlarının tarihsel ve kutsal olduğu iddia edilen topraklara genişletilmesi hedefini içeren bir ideoloji ve stratejidir. Proje, yalnızca İsrail'in iç siyasetiyle değil, aynı zamanda küresel aktörlerin Orta Doğu politikalarıyla da yakından ilişkilidir.

Temelinde Tevrat'ta geçen “Vadedilmiş Topraklar” kavramı yer alır. Yahudi kutsal metinlerine göre Tanrı, Hz. İbrahim ve soyuna Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan geniş bir coğrafyayı vadetmiştir (Tekvin 15:18). Bu coğrafya, bugünkü Filistin, Ürdün, Suriye'nin bir kısmı, Lübnan, Irak'ın batısı, Türkiye’nin bir bölümü, Suudi Arabistan'ın kuzeyi ve Mısır’ın Sina Yarımadası’nı kapsar.

Bu teolojik anlatı, Siyonist hareketin ortaya çıkışıyla birlikte siyasi bir form kazanmıştır. Theodor Herzl tarafından kurumsallaştırılan modern Siyonizm, başlangıçta Yahudi halkı için bir ulusal vatan arayışını temsil etse de, zaman içinde “tarihî topraklara dönüş” söylemi ile genişlemeci eğilimler göstermeye başlamıştır. Özellikle Irgun, Lehi ve Haganah gibi silahlı Yahudi örgütlerinin faaliyetleri, bu ideolojik vizyonun şiddet yoluyla da desteklenebileceğini ortaya koymuştur.

1948 Arap-İsrail Savaşı sonucunda İsrail, BM tarafından belirlenen sınırların çok ötesinde toprak kazanmıştır.

1967 Altı Gün Savaşı ile Golan Tepeleri (Suriye), Batı Şeria (Ürdün), Gazze ve Sina (Mısır) İsrail tarafından işgal edilmiştir. Bu savaş sonrası, Büyük İsrail vizyonuna yaklaşmak için önemli bir jeopolitik adım atılmıştır.

İsrail yerleşim politikaları, özellikle Batı Şeria’da yürütülen Yahudi yerleşim faaliyetleri, bu genişlemeci anlayışın fiili göstergeleridir.

Büyük İsrail Projesi, sadece söylem düzeyinde değil, haritalarda ve simgelerde de kendini göstermektedir. İsrail'deki bazı dini okullarda ve radikal siyasi grupların yayınlarında, İsrail’in sınırları Nil ve Fırat arasında gösterilen haritalarla tasvir edilmektedir. İsrail Parlamentosu’nda kullanılan bazı eski belgelerde bu sembollerin varlığı çeşitli iddialara neden olmuştur.

Bu haritaların, özellikle Arap ve Müslüman dünyasında, İsrail’in uzun vadeli yayılmacı planlarının bir göstergesi olduğu inancı hâkimdir. Bu nedenle, Büyük İsrail kavramı yalnızca bir teorik düşünce değil, bölgesel güvenlik endişelerine yol açan somut bir korkuya dönüşmüştür.

Büyük İsrail Projesi'nin en doğrudan hedeflerinden biri Filistin topraklarıdır. İsrail'in Filistin topraklarındaki yerleşim politikası, sınırların fiilî olarak genişletilmesi anlamına gelmektedir. Kudüs’ün tamamının “başkent” ilan edilmesi, Filistinlilere ait toprakların kamulaştırılması ve Gazze’nin tarihte görülmemiş bir soykırımla abluka altına alınması, bu projenin bir parçasıdır.

Zira İsrail’in güvenlik stratejisi, çevresindeki ülkelerin zayıf veya parçalanmış olmasına dayanır. Irak’ın işgali, Suriye’de iç savaş, Lübnan’daki hizipleşmeler ve Ürdün’ün kırılgan yapısı, Büyük İsrail Projesi’ne dolaylı olarak hizmet eden gelişmelerdir. İsrail'in bu süreçlerde dolaylı ya da dolaysız katkısı olduğu iddiaları sık sık gündeme gelmektedir.

Öte taraftan ABD’nin kayıtsız şartsız desteği ile bazı Evangelist gruplar, Tevrat’ta vadedilen topraklar söylemini desteklemekte ve İsrail’in bölgedeki genişlemeci politikalarına dinî gerekçelerle meşruiyet sağlamaktadır. Bu durum, özellikle cumhuriyetçi yönetimlerin İsrail’e koşulsuz destek vermesiyle sonuçlanmaktadır. Bu destek, İsrail’in bölgede daha tehlikeli adımlar atmasına zemin hazırlamıştır.

Büyük İsrail Projesi hem uluslararası hukuk açısından hem de bölgesel barış açısından yoğun eleştirilere maruz kalmaktadır:

Uluslararası hukuk, işgal edilen toprakların ilhak edilmesini ve yerleşim faaliyetlerini açıkça yasaklamaktadır (Cenevre Sözleşmesi).

Projenin uygulanabilirliği ise pratikte mümkün görünmemektedir. Zira bu denli geniş bir coğrafyada askerî ve idari hâkimiyet kurmak, hem bölgesel direniş hem de küresel tepkiler nedeniyle sürdürülebilir değildir.

Sonuç itibariyla Büyük İsrail Projesi, tarihsel, teolojik ve ideolojik temellere dayanan bir stratejik vizyonu temsil etmektedir. İsrail’in güvenlik politikaları, yerleşim faaliyetleri ve bazı siyasi söylemleri bu projenin parçaları olarak değerlendirilse de, günümüzde bu hedeflerin fiilen gerçekleştirilmesinin vahim sonuçları ortadadır. Yine de, bu projenin düşünsel etkisi, İsrail’in dış politikası ve yıkıcı yayılmacılığı üzerinde belirleyici olmaya devam etmektedir.

Orta Doğu’nun istikrarı, genişlemeci hedefler yerine çok taraflı diyalog, uluslararası hukuk ve karşılıklı saygı temelinde sağlanabilir. Aksi takdirde bölge, dinî ve ideolojik projelerin kıskacında çatışmaların süreklilik kazandığı bir coğrafya olmaktan kurtulamayacaktır.