0

Çağdaş siyasette anılan beyin göçü terimini bu millet en evvel Çanakkale de öğrenmişti. Devlet-i ali binlerce yetişmiş eğitimli insanını cenk meydanında yitirmişti. Araştırmalara göre tarihe altın harflerle yazılan bu savaşta, yaklaşık on bin üniversiteli ve yetmiş bin orta öğretim tahsilli insanımızı şehit vermiştik. Bu durum belki de günümüzde karşılaştığımız olumsuzlukların bir izahıydı. Churchill'in "Belki savaşı kazanamadık ama biz onların çiçeklerini koparttık" sözüyle verdiği mesaj, bu anlamda tam bir itiraf niteliği taşıyordu.

O sebepledir ki; dedelerimizin, bizlere bıraktığı yitik mirası aradık durduk yüzyıldır. Başı kopartılan tavuk misali oradan oraya savrulduk çaresizce. Fakat birileri de öz değerlerimizi bulamamamız için önümüze hep takoz koydu. Bir kısım kripto; yazar, sanatçı, siyasetçi ve hatta sözde din adamının akıttıkları zehri içen nesillerimiz adeta felç oluyordu. Anlaşılan bir akıl, ceddimizden yadigar kalan ruhu, bizlere hoyratça harcatmak istiyordu. Bu enstrümanların tesirinde kalan yeni kuşaklar, emperyal zihniyetin güdümünde, kapital tandanslı, milli ve manevi kimliğinden kopuk yetiştiriliyordu maalesef. Doksan yılda, bu toprakları kanlarıyla sulamış dedelerimizin değerlerine küfreden yeni yetme torunlarını görmemizin asıl nedeni de buydu.

Sonraları savaş meydanında dahi insan onurunu koruyan ecdadın o ulvi ruhu, sloganlara hapsedildi. Akabinde de, iki bin yıllık devlet bilincini bir tarafa bırakarak muasır medeniyet diye yutturulan batıdan medet umar duruma geldik. Oysa bugün, minicik bebeklerin pis su birikintilerinde yıkanmasına razı olan, can derdine düşmüş yetimlerin uzattığı eli dikenli tellerle kanatan, hırpalayan, onları bozuk para atarak aşağılayan, teröristleri hem kınayıp hem de sinsice destekleyen ve maruz kaldığımız terör olaylarında bile yanımızda bulunmayan çağdaş batı mı bize uygarlık öğretecekti? Zaten İstanbul'un fethinde, Bizanslı Grandük Notoras'ın "Başımızda kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz" yakınması, bu zihniyetin gayri sahih nesebini gözler önüne seriyordu.

Şimdilerde yine tarihte olduğu gibi bu kokuşmuşlar, ülkemizdeki uzantılarıyla beraber bir tiyatro sergilemekteler. Çünkü stratejik harp planlarında başarı, dışarıdan ziyade içten bir müdahale gerektiriyordu. Kaldı ki; Dede Korkut bu olayı asırlar önce "Hain içerde olunca kapı kilit tutmaz oğul" diyerek kısaca özetlemişti. Bu yönüyle düşünüldüğünde tıpkı Milli Mücadele öncesini anımsatan bir dönemi yaşıyorduk. Zira terörist katillerin hadsizce kollanması, hasımlarımızla iş tutulması, topraklarımızın öz yönetim safsatasıyla bölünmek istenmesi, isminin önündeki kalabalıklara sığınanların destek bildirileri yayınlaması ve köşelerinde devletin seçilmişlerine her gün küfredilmesi bu realitenin işaretlerindendi.

Anlayacağınız Çanakkale Savaşı henüz bitmemişti. Emperyalistler ve içimizdeki uşakları Çanakkale'de sergiledikleri birlikteliği hala sürdürüyordu. O gün topla-tüfekle yapamadıklarını bugün; sosyal ve görsel medya, terör, algı, para, ve Devletin kılcal damarlarına girerek kime hizmet ettiğini bilmeyen şuursuzlarla yapmaya çalışıyorlardı. Yani 18 Mart'ta bu milletin aklını ve vicdanını formatlayanlar, günümüzde beyinleri kiralama ve hatta itlaf etme derdine düşmüştü. En acısı da bu operasyonlara alet olan içimizdekilerin "çıkar endeksli suratsızlık" imajını kanıksamalarıydı.

Hülasa karşı karşıya geldiğimiz durum, artık boş konuşmaktan öte bir hal almıştır. Bırakınız şucu-bucu gibi sığ meselelerde vakit harcamayı, hala devletinize kast edildiğini fark edemeyecek misiniz? Emin olun bunun "farkında olduğunu zannettiğimiz" bir takım zevatın menfaat kakofonisini görünce kahroluyoruz. Tüm etnik unsurlarıyla kol kola Şehit olan ceddimiz, bu günde yan yana yattıkları kabirlerinde nasıl birlikte yaşanılacağını sizce de göstermiyor mu? Zamanımız da yaşanan çoğu sıkıntının çözümü ise işte bu karede aşikar değil mi? Ne dersiniz? Öyleyse hadi! Hep Beraber Millet Koalisyonuna.