Türk, Kürt, Arap, Laz, Zaza… et ve tırnak gibi yaşadık, bu topraklarda ASIRLAR BOYU. Aynı sofraya oturduk, aynı tabağa kaşık salladık, birbirimizden kız alıp verdik ve hısım akraba olduk malumunuz. Zaten aksi de düşünülemezdi. Zira Milli Mücadele döneminde, emperyalist yamyamları HEP BERABER BU TOPRAKLARDAN KOVMUŞ ve KENDİMİZE YURT EDİNMİŞTİK. Çanakkale başta olmak üzere ülkenin tüm şehitlikleri, bunun apaçık ispatıydı hattı zatında. Ama bu coğrafyaya fitne tohumu ekip, zenginliklerini sömürmeye iştahlı bir el çıktı bir anda piyasaya. Ve içimize soktukları etki ajanlarını kullanarak, FARKLILIKLARIMIZI BİR AYRIŞMA MESELESİ haline getirme çabası içerisine girdiler. Özellikle Kürt kardeşlerimizi oyuna getirip, tarihte defalarca sattıkları halde, yeni bir devlet vadiyle gözlerini kör etiler. Hâlbuki bunun Siyonist Evanjalistlerce hazırlanan bir “BÖL, PARÇALA, YÖNET” politikası olduğunu, asıl amacın da İsrail’in Arzı Mevud porejesi ve nihayetinde Armegeddon ile tamamlanacak bir motivasyona dayandığını, hepimiz kadar çoğu Kürt Kardeşimiz de biliyordu. Gel gelelim bu hain zihniyet gerek bir takım ferasetsizlerin “olaya yanlış bakması”, gerekse içimize sızan malum odakların “kışkırtmalarıyla” bir dönem zemin buldu. Lakin Devletimizin 2002’den itibaren attığı adımlarla, bu atmosferin biranda dağıldığı da muhakkak. Keza PKK’nın Çukur Eylemlerine, Kürt kardeşlerimizin DESTEK VERMEMESİ buna delil teşkil etti. Yani bu durum; Irak’ta Saddam’ın katliamına uğrayan, Suriye’de kimlik dahi verilmeyen ve İran’da yok sayılan Kürt kardeşlerimizin, Türkiye Cumhuriyeti’ne bir AİDİYET duygusuyla bağlandığının resmiydi.

Fakat oyun büyüktü. Mezhep çekişmesinden sonra, etnisite üzerinden bizi birbirimize kırdırıp, kenarda kadeh tokuşturmayı uman emperyalistler durmayacaktı. Nitekim İsrail’in mevcut planları ile Irak ve Suriye’nin halini fırsat bilen bu akıl, DEAŞ bahanesiyle de marjinal grupları ve “kandırılmışları” yeni projeleri için desteklemeye başladı. Öyle ki müttefiklerine parasıyla göndermedikleri silahları, binlerce tıra yükleyerek PKK/YPG/SDG’ye hibe ettiklerine şahit ettik hepimiz. GELİNEN AŞAMADA İSE KADER ONLARIN İSTEDİĞİ GİBİ İŞLEMEDİ ÇOK ŞÜKÜR. Dünyayı sarsan ekonomik buhran, Rusya tehdidi, aralarında başlayan mücadele, ABD’nin öncelikleri ve önemlisi de Türkiye’nin küllerinden doğarak, bölgesel aktör halini alması oyunlarını boşa çıkarttı. Devletimizin yaptığı operasyonlarla da, mecalsiz kaldıklarını izledik akabinde. Elbette bir sene önceki Suriye devrimiyse cabası. Hal böyle olunca 10 Mart’ta Suriye ordusuna DAĞILARAK, “entegrasyon anlaşması” imzalamak zorunda kaldılar hatırlarsanız. Sonrasında da yapılan hain planları önlemek ve çıkacak büyük bir savaşta bölgemizi sağlama almak için, Devletimizin “TÖRÖRSÜZ TÜRKİYE” projesi fırsat teşkil etti.

Ancak bu sefer de, önce söz konusu süreci sulandıranlar peyda oldu içimizde. Diğer tarafta da İsrail ve ABD’deki Siyonist Lobi marifetiyle, PKK/YPG içerisindeki maşalarının MIZIKÇILIK yaptığı gördük maalesef. Hem de en son Devletimizin, Beyaz Saray’da Trump’u bu hususta ikna etmesine rağmen. Zira YPG’li Abdi’nin geçenlerde; “bazı birlikleri dağılmadan devredebiliriz” ve “Suriye hükümetinde de yer almak istiyoruz” tarzı cinliklerinin, ne manaya geldiği ortada. İki lafı bir birini tutmayan PKK’lı bazılarının, hali pür melalini ise daha saymıyorum bile. O zaman söyleyelim: Türk Devletinin, “belki akıllanırlar diye sabrettiği” tarihi bir gerçektir. Hatta bazen duymaz, hatalarından dönmeleri adına. Bazen de elini uzatır, Devletin ali menfaatleri uğruna. Ama bıçak bir kere kemiğe dayanmaya görsün. İŞTE O VAKİT DEVLETİN BAKASI İÇİN YAPMAYACAĞI ŞEY YOKTUR. Kaldı ki Merhum Akif’in “Doğduğumdan beridir âşıkım istiklale, Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle. Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum” dizeleri üzerine daha ne söylenebilir ki?