Astana mutabakatıyla Suriye iç savaşında tünelin ucu görünmeye başlamıştı ki; İdlip meselesiyle iç savaş farklı bir boyuta evrildi. Aniden, önce Esed ve Rusya, Türkiye'yi şaşırtacak bir şekilde İdlip'e operasyon yapacağını açıkladı. Sonra başta ABD ve Fransa olmak üzere Hollanda ve İngiltere, ''Kimyasal silah kırmızı çizgimiz; aksi durumda müdahil oluruz'' açıklamasında bulundu. Oysa BM raporlarına göre 30'dan fazla kimyasal saldırı yapılmıştı. 'Şimdiye kadar neredeydiniz ? ' sorusu akıllara geliyor.
İdlip'in önemi noktasında son 15 gündür gazete ve TV programlarında pek çok şey söylendi. Ancak bir konu/ülkeden hiç söz edilmedi. O'da Fransa. Tarihsel bir kronoloji anımsatarak sizleri sıkmak istemem ama şunu hatırlatalım. Suriye'nin tapusu, Sykes-Picot'dan beri Fransızların elinde. Astana'da Rusya-İran-Türkiye anlaşınca Fransızlar, masa ve sahanın dışına atıldı. Tabii burada ABD'nin, Suriye ve İran konularından ötürü Fransa'yı kullandığını da görmemiz gerekiyor.
Söz konusu olay, 2011'den bu yana Suriye'de iç savaşın yıkıcı etkisini tırmandıran, Irak ve Suriye'de İŞİD/DEAŞ'ı finanse eden Fransız inşaat şirketi Lafarge'in skandalıyla ortaya çıkmıştı. ABD, Fransa'yı Lafarge üzerinde sıkıştırmak/cezalandırmak niyetiyle çeşitli kereler şantajda bulundu. Öyle ki Fransa'yı ''Terörü desteklemek ve finanse etmek'' suçu dolayısıyla uluslararası arena ve hukuk da prestijini alt üst etmekle tehdit etti. Fransa devleti, Esad'ı hedef alan ve muhalefetin talebi doğrultusunda bir rejim değişikliği için DAEŞ'i finanse ettiğini savunsa da; bu savunmanın ABD açısından ve uluslararası hukukta hiçbir karşılığı yoktu. Çünkü güçlünün hukuku uygulanıyordu.
ABD, Lafarge meselesi üzerinden Fransa'nın kuyruğunu kıstırmış durumda. Her ne kadar Suriye'de müttefik gibi görünüyorsa da; özelinde derin bir anlaşmalığın/düşmanlığın arifesindeler. Öncelikle Lafarge soruşturmasına gelelim. Lafarge'ın, 2012-2014 yıllarında IŞİD ve El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi dahil olmak üzere terör örgütleri ile finansal anlaşmalar yaptığı ve IŞİD'e 15 milyon dolar verdiği gerekçesiyle soruşturmalar başlamıştı. Lafarge ayrıca IŞİD'den petrokimyasallar ve IŞİD tarafından tutulan madenlerden çimento için hammadde getir(t)di. (Hatırlarsınız Lafarge benzer aksiyonu Afrin'de PKK/PYD ye de yapmış, Tünel yapımı için PKK/PYD'ye inşaat malzemesi vermişti. Hatta Lafarge, bu konudan ötürü Türkiye'deki markasını değiştirmek zorunda kalmıştı.) Bu yüzden Lafarge'ın sekiz üst düzey yöneticisi suçlandı ve iki müdürü istifa etti. Soruşturma, sadece üst yöneticileri değil, bir bütün olarak uluslar ötesi şekilde genişletildi. Yani, terörün finansmanı suçlamalarına "insanlığa karşı suçlarda, suç ortaklığı" suçlamaları eklendi. Soruşturma Lafarge yöneticilerinden Fransız kamu görevlilerine; oradan da Fransız istihbaratına kadar uzandı. Özetle Fransa devleti, kendi evinde suçüstü yakalandı.
Paris'teki 2015 terör saldırıları aslında Fransa devletine bir uyarıydı. Dönemin Başkanı Hollande, terör saldırılarını 'İslam ve Müslümanlara' yönelik olmadığını, kelime aralarında bir istihbarat savaşlarının göbeğinde olduğunu ima ediyordu. Bu nedenle ABD, Fransa'yı, DAEŞ'i Suriye'de kirli bir savaşı sürdürmek ve meşrulaştırmak için gizlice/şantajla kullandı. Hollande ve Fransa'nın 2014-2016 yılları arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye'ye yakın durmasının en büyük nedeni, ABD şantaj/tehdidinden kurtulmak yatıyordu.
Fransa, ABD'nin Suriye politikaları doğrultusunda Türkiye'nin Afrin operasyonunu isteksizce de olsa BM'ye taşımış, Fırat'ın doğusunda olası Türkiye'nin operasyonlarına karşı çıkmıştı. Tüm bu gelişmeler ışığında ABD'nin İran ambargosuna dikkat ederseniz en çok Almanya ve Fransa karşı çıkmış. Fransız petrol şirketi Total, otomobil markaları ve parekende şirketleri İran'da yatırımlarını durdurma kararı almıştı.
İşte bu gelişmeler ışığında İdlip meselesinde ABD, olası bir müdahaleyi meşrulaştırmak için 2 ayaklı bir strateji uyguluyor. Birincisi İdlip'te kimyasal bir saldırıyı tertipletmek. İkincisi de Fransa ve İngiltere'yi yanına çekip uluslar arası kamuoyu desteği almak ve hava harekatının maliyetini bölüşmek. Bu yüzden Esed rejimine büyük bir cesaret verdirerek, İdlip'e saldırtıp Rusya ve Türkiye ittifakını çatırdatmak istemektedir. Bu konu da mezhepsel nedenlerden ötürü oldukça agresif olan İran'da Esed'in gemisine binerek, 'Fesad' çıkarmak istemektedir. Hatırlarsanız son Tahran zirvesinde İran, İdlip'e müdahil olma konusunda oldukça istekliydi.
Rus, Türk, Alman ve Fransız yetkililer Suriye ve İdlip görüşmeleri için İstanbul'da bir araya geldi. Heyetler arasında Rusya Cumhurbaşkanı Danışmanı Yuri Ushakov, Türkiye Cumhurbaşkanı Danışmanı İbrahim Kalın, Almanya Başbakanı Angela Merkel'in dış politika danışmanı Jan Hecker ve Fransa Cumhurbaşkanı dış politika danışmanı Philippe Étienne de vardı. Alınan karar neticesinde Moskova ve Şam'ın, İdlip'e yönelik saldırılarını ertelediklerini belirttiler.
ABD'nin Esed rejimi ve Fransa'yı kullanarak, Batılı güçlerin Suriye'ye müdahalesini tırmandırmak ve ülkeyi doğrudan bombalamak için bir bahane olarak kullanacakları plan Moskova, Berlin ve Ankara'nın çabalarıyla -şimdilik- bozuldu. Yine de, Moskova, İngiliz ve ABD istihbaratının, İdlip'de yeni bir provokasyon için kimyasal saldırıları hazırladığını sürekli olarak uyarsa da; Washington, Londra ve Paris'in, Suriye'yi bombalayarak yeni bir kimyasal saldırıya karşı, Suriye'ye müdahil olma konusunda ısrar ediyorlar.
Son üç hafta da ABD, İngiltere ve son olarak Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian'da benzer açıklamalarda bulunarak "Kimyasal silahların kullanımının Fransa için kırmızı bir çizgi olduğunu" belirtti. Londra Times , yetkililere dayandırarak "İngiltere'nin, Suriye'ye karşı hava saldırılarının fırlatılmasında Birleşik Devletler ve Fransa'ya katılmaya hazırlanıyor" olduğunu yazdı. Dolayısıyla ABD, Suriye'deki kazanımlarını garantiye almak ve Rus-Türk ittifakını bozmak için sonuna kadar fesat çıkarmaya devam edecektir. Bu noktada Suriye muhalefetinde kendisine yakın grupları, İkbal peşinde koşan Esed rejimini ve terör suçlamasıyla Fransa'yı kullanacağı açık. Bu bağlamda fırsatçı poltika izleyecek olan İngiltere ve İran'a güvenmemek gerek.