Tarih boyunca din ile teknoloji arasında düz bir çatışma ilişkisi olduğu sanılır. Oysa bu ilişki, çoğu zaman bir denetim arayışının, kutsal olanı koruma refleksinin ve toplumsal düzeni muhafaza etme çabasının ürünüdür. Antik Yunan’da Heron’un buhar gücüyle çalışan makineleri, tapınaklarda “mucize” etkisi yaratmak için kullanıldığında, teknoloji kutsalın hizmetindeydi. Ne zaman ki bilgi gündelik hayatı dönüştürmeye başladı, o zaman sorgulamalar başladı.

Orta Çağ’da Hristiyanlık, pagan mirası temsil eden bilimsel düşünceye mesafeli durdu. İslam dünyasında Gazali’nin felsefi bilimlere yönelttiği eleştiriler, dinî sınırların dışına çıkan bilgiyi “tehlikeli” ilan etti. Roma’da Hypatia’nın linç edilmesi, dinin kimi zaman bilginin taşıyıcısına dahi tahammül edemediğini gösterdi. Matbaanın Osmanlı’ya geç gelişi, kilisenin Galileo’ya karşı açtığı dava ya da modern tıbba yönelik etik kaygılar hep aynı soruyu fısıldar: “Bu teknoloji, ilahi düzene meydan mı okuyor?”

Daha yakın döneme gelelim ve günün anlamına binaen bir anıyla konuyu tamamlayayım.

1990’ların başı… İstanbul Şirinevler’de bir mahalledeki küçük camide yatsı namazı sonrası imam, cemaatin dağılmamasını ve bir hocanın gelerek sohbet edeceğini söylüyor. Az sonra beklenen ‘hoca’ camiye teşrif etti ve minbere çıkarak vaazına başladı. Fakat arkadaki cemaat çok rahat duyamadıklarını söylediklerinde kürsüde bulunan mikrofonu ‘gâvur icadı’ diyerek elinin tersiyle iten ‘hoca’ cemaati sürekli minberin dibine kadar yanaşması konusunda uyardı.

Sohbet boyunca bu durumdan sıkılan kimileri camiyi terk etti, kimileri sabırla minbere sokularak sonradan çok popüler olacak bu hocayı dinlemeye devam etti. Nihayet sohbet tamamlandı ve cemaatin ilk defa gördükleri ve sonradan medyatik de olacak bu hoca şaşkın bakışlar arasında camiden ayrılırken kapının önüne yanaşan siyah, Mercedes marka makam aracına korumasının açtığı kapıdan bindi. Tam o sırada sabırla sohbeti takip eden caminin devamlı cemaatlerinden biri hocanın arabada oturduğu tarafın camına tıkladı. Tıklanan cam otomatik düğmeyle açıldığında camı tıklayan adam hocanın yüzüne bakarak şöyle dedi: “Hoca, bu bindiğin araba da gâvur icadı!”

Hoca, hiç sesini çıkaramadı ve eliyle şoföre “devam et” diyerek hızla sokakta kayboldular.

Teknoloji ve din konusuna, Giordano Bruno’ya, sibernetiğin ilk adımlarını atan El Cezeri’ye ve daha nicelerine yer vereceğim bu köşede. Ama o gün mikrofonu ‘gâvur icadı’ diyerek elinin tersiyle iten ve çıkışta Mercedes’e binerek uzaklaşan hocaya o soruyu soran ve bugün vefatının 3.sene-i devriyesi olan babam Mustafa Maral’ı rahmetle anıyorum. Mekanı cennet, ruhu şâd olsun.