İnsan, varoluşunun derinliklerinde, kendini koruma içgüdüsüyle donatılmış bir varlık. İstanbul'un kalabalık Eminönü bölgesinde bir kahvede değerli eşyalarınızı masada bırakıp yeni bir çay söylemek için tezgâha yönelmezsiniz, değil mi? İlk kez karşılaştığınız birine en mahrem sırlarınızı hemen açmayı düşünmezsiniz. Genel olarak, kendimizi başkalarına karşı kırılgan kılmaktan çekiniriz. Bu durum, zarar görme riskini azalttığı için oldukça mantıklı görünebilir. Hayatınızın önemli yönlerini başkalarına emanet etmezseniz, kendinizi ihanet, hayal kırıklığı veya sömürüden koruduğunuzu düşünürsünüz. Çevreniz belirsizliklerle doluysa, temkinli olmak rasyonel bir kendini koruma biçimi gibi durur.
Fakat güven kavramı tam da bu noktada büyük bir çelişkiyi gözler önüne serer. Kişilerarası güven, bir tarafın, diğerinin eylemlerine karşı kırılgan olmayı göze alması olarak tanımlanır. Bu, diğer tarafın, güvenen kişi için önemli bir eylemi onu izleme veya kontrol etme imkânı olmaksızın yerine getireceği beklentisine dayanır. İşte bu durum, "Kırılganlıktan kaçınmak mantıklıysa, güvenmek mantıksız mıdır?" sorusunu akla getiriyor. Hatta daha da önemlisi, "Güvenmek akıl dışı bir davranış mıdır?" Bu sorular hem bireysel hem de toplumsal yaşam için derin sonuçlar taşır.
Nobel ödüllü felsefeci Sissela Bok'un da veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, "İnsanlar için önemli olan her şey, güvenin atmosferinde gelişir." Güven, bizi birbirimize bağlayan görünmez bir ipliktir. Birine bir şey emanet ettiğimizde, onu dikkatle tutacağına dair sessiz bir inançtır, hatta onu göremesek bile. Bu inancı kaybedersek, geriye ne kalır? Kendini koruma ve kırılganlıktan kaçınma, riskleri en aza indirme açısından rasyonel görünse de bu yüzeysel mantık, insan ilişkilerindeki derin bağlılık ihtiyacını göz ardı eder. İnsanlar sadece riskten kaçan varlıklar değil, aynı zamanda sosyal bağlar kurmaya ve iş birliği yapmaya programlanmışlardır. Toplumlar ve bireyler, sadece riskten kaçınarak değil, aynı zamanda risk alarak ve güven inşa ederek de gelişir. Tamamen güvensiz bir dünya, bilgi edinme, eğitim alma ve basit günlük işleri halletme yeteneğimizi bile yok eder. Bu da bireysel rasyonelliğin toplumsal sonuçlarının her zaman açıkça görülemeyeceğini ortaya koyar.
Kırılganlık, fiziksel ve duygusal refahın zarar görme tehlikesiyle karşı karşıya kalması anlamına gelir. Bu durum, dış etkenlerin yaşamımızı nasıl etkileyebileceğini gösterir. Bazı düşünürler, bireyin kendi seçimlerini kontrol edebildiği ölçüde güvende olduğunu savunmuşlardır. Ancak felsefe ve psikoloji, tam bir kendine yeterliliğin mümkün olmadığını gösterir. Psikologlar, kırılganlığın insan deneyiminin önemli bir parçası olduğunu ve erdemli bir yanının da olabileceğini belirtirler. Güven, birine değer verdiğimiz bir şeyi emanet ederek kendimizi ona karşı kırılgan kılmaktır. Bu, diğer kişinin bu sorumluluğu üstlenmesiyle oluşur.
Güven eksikliği, insanların eylemlerinin sonuçlarından korkmadığı bir ortam yaratır. Bu durum, her bireyin diğerine karşı savunmaya geçtiği, hatta saldırıyı önlemek için saldırganlaştığı bir döngüye yol açar. Psikolojik öz savunma, zihnimizi ve duygusal sağlığımızı korumayı amaçlar. Fikirlerimiz ve duygularımız tamamen açıkta ve savunmasızsa, kırılgan hale gelirler. Bu nedenle onları koruma isteği doğaldır. Güven ihlal edildiğinde sadece hayal kırıklığı değil, aynı zamanda ihanet duygusu yaşanır. Bu, güvenin basit bir beklentiden daha fazlası olduğunu gösterir; bir tür "inanç" içerir. Kırılganlık, bir yandan potansiyel zarar ve riskle eş anlamlıdır. Bu, bireyin kendini koruma içgüdüsünü tetikler ve güvensizliğe yol açabilir. Diğer yandan kırılganlık, insan ilişkilerinde derinlik ve samimiyetin anahtarıdır. Kendini açmak, empatiyi ve anlayışı artırır, bu da daha güçlü bağlar kurar. Bu ikili doğa, insan karar alma süreçlerindeki duygu ve mantık çatışmasını yansıtır. Mantık, riskten kaçınmayı söylerken, duygusal ihtiyaçlar ve sosyal bağlılık arzusu kırılganlığı gerektirir. Bu durum, insanların her zaman tamamen rasyonel aktörler olmadığını, duygusal ve sosyal güdülerin de güçlü bir rol oynadığını gösterir. Kırılganlığı reddetmek, kısa vadede güvenlik hissi verse de uzun vadede bireysel ve ilişkisel gelişimi sınırlar. İlişkilerde kırılganlık gösterilmezse, ihtiyaçlar karşılanmaz, yanlış anlaşılmalar artar ve bağlar zayıflar. Bu da "rasyonel" görünen bir davranışın aslında daha büyük, uzun vadeli zararlara yol açabileceğini ortaya koyar.
Güven, sadece bir "iyi hissetme" faktörü değildir; kuruluşlara daha yüksek düzeyde verimlilik ve yenilikçilik elde etme gücü veren stratejik bir varlıktır. Yüksek güvene sahip kuruluşlar, daha yüksek çalışan katılımı, daha düşük işten ayrılma oranları ve daha güçlü finansal performans bildirir. Proje yönetiminde, güvenin olmaması ekibin doğru bilgiyi paylaşmasını engeller, riskin nerede olduğunu anlamayı zorlaştırır ve paydaşların proje yöneticisinin sözüne güvenmesini engeller. Güven, iş akışındaki engelleri azaltır. Onay beklemek veya her adımı iki kez kontrol etmek yerine, ekipler güven ve özerklikle çalışır. Bu, teslimatı hızlandırır ve hızlı değişen pazarlarda önemli bir rekabet avantajı sağlar. Güven, ekiplerin daha hızlı uyum sağlamasına ve zorlukları fırsata çevirmesine olanak tanır.
Başkalarına güvendiğinizde, zihinsel enerjinizi serbest bırakırsınız. Başkalarının kendi paylarına düşeni yapıp yapmayacağı konusunda endişelenmek yerine, en stratejik görevlerinize odaklanırsınız; planlama, yenilikçilik, müşteri ilişkileri gibi. Güven, dikkatinizi kontrolden yaratıcılığa kaydırır. Yüksek bilişsel güvene sahip ekiplerde, üyeler birbirlerine güvenebilir ve birbirlerine dayanabilirler. Bu, bilgi işlemeyi daha verimli hale getirir. Ancak bilişsel yükün güveni azalttığına dair bulgular da vardır. Bir araştırma, bilişsel yük koşullarında katılımcıların güven oyununda önemli ölçüde daha az güven gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu, güvenin oluşması için belirli bir zihinsel alanın gerektiğini gösterir. Güvene dayalı ekipler, aksiliklerden daha hızlı toparlanır. Bir sorun çıktığında, insanlar sorunları daha erken paylaşmaya, yardım istemeye veya hatalarını kabullenmeye daha yatkındır. Bunun nedeni, güvenin korkuyu ve suçlamayı azaltmasıdır. Güçlü liderlik ve güvene dayalı bir kültür, belirsizlik zamanlarında insanları uyumlu tutar. Çalışanların erken konuşması için psikolojik güvenlik yaratmak, aksaklıkları öğrenme fırsatları olarak görmek, kurumsal dayanıklılığı artırır.
Araştırmalar, başkalarına duyulan güvenin, onların beklediğimiz güvene duyarlı davranışlarını ortaya çıkarabildiğini veya daha doğrusu güçlendirebildiğini göstermiştir. Bu, özellikle yetkinlik ve özen gösterme konularında, onların yapabilecekleri ve olabilecekleri hakkındaki umutlu vizyonumuza uygun eylemleri ve tutumları içerir. Bu, güvenin sadece mevcut güvenilirliği ödüllendirmekle kalmayıp, fırsatları genişletme ve bireylerin potansiyelini ortaya çıkarma aracı olduğu anlamına gelir. Yeni bir stajyere anlamlı bir görev vermek, onun kendini kanıtlamasını beklemek yerine, onun bu göreve yükseleceğine inanmaktır. Yapılan çalışmalar, umutlu güvenin, bireylerin kendilerine olan inançlarını ve eylemsel güçlerini besleyen bir "umutlu iskele" görevi gördüğünü açıklar. Bu iskele, bireylerin kendilerini başkalarının, yani güvenenlerin, gördüğü gibi görmelerini sağlar ve "Zaten göründüğüm gibi olmak istiyorum" düşüncesini tetikler. Ampirik literatür, bu yaklaşımın bile tamamen rasyonel olduğunu gösterir. Otantik liderler, destekleyici davranışları ve ilişkilerinin şeffaf doğası aracılığıyla takipçi güveni inşa ederler. Güvenilen liderler tarafından yönetilen bireylerin gelişme olasılığı daha yüksektir. Gelişme, bireylerin duygusal, psikolojik ve sosyal yönlerini içeren öznel refahını kapsar. Çalışan refahı, örgütsel performans ve ekip verimliliği ile pozitif bir şekilde bağlantılıdır. Birinin size güvenmesini sağlamanın en iyi yollarından biri, sizin onlara güvenmenizdir. Bu, bir döngü yaratır: Bir ekip üyesini size güvenmeye ikna etmek için, ona güvenmek iyi bir stratejidir. Ekip üyesi size güvenirse, gelişme olasılığı daha yüksek olur. Ekip üyesi gelişirse, daha iyi performans gösterme olasılığı daha yüksektir. Her şey güvenle başlar. Kuruluş içindeki güven, üstler ve astlar arasındaki etkileşimi artırır, bu da etkili örgütsel hedeflere ulaşmada kendini gösterir.
Güvenmek, kendinizi başkalarına karşı kırılgan kılmayı gerektirir. Bu korkutucu olabilir. Bundan kaçınmamız gerekmez; bunu kabul edebiliriz. Ancak bazen, korkutucu olanı yapmak mantıklı olabilir. Güvenmenin o kadar çok faydası vardır ki, riskin buna değdiğini hesaplayabiliriz. Ekonomik karar teorisinde, güven kararları potansiyel sonuçlara ve karşılıklılık beklentilerine bağlıdır. "Güven oyunu" gibi deneyler, güvenin bir tür stratejik perspektif alma olduğunu gösterir. Bu oyunlarda, güvenen tarafın potansiyel kazanç ve kayıpları ile güvenilen tarafın ihanet etme teşviki arasındaki denge incelenir. İlginç bir şekilde, güvenenler genellikle baştan çıkarmayı hafife alır, bu da bazen çok az karşılıklılık olasılığı olduğunda bile yüksek güvene yol açabilir. Bu, güvenin her zaman kusursuz bir rasyonel hesaplamaya dayanmadığını, ancak yine de faydalı olabileceğini gösterir. Nobel ödüllü felsefeci Sissela Bok'un sözleriyle, güven, insan yaşamı için vazgeçilmez bir "atmosfer"dir. Güven olmadan, en basit günlük etkileşimler bile imkânsız hale gelir. Bir simitçiden simit almak bile, o simidin temiz, taze ve güvenli olduğuna dair bir güven içerir. Felsefi olarak, bazı düşünürler arkadaşlıkların veya sevgi dolu ilişkilerin güven gerektirdiğini savunur. Bir arkadaşa veya eşe güvenmemek, o ilişkiyi zayıflatabilir. Bu, güvenin sadece pratik faydalarından öte, insan olmanın temel bir gerekliliği olduğunu gösterir. Güven, bireylerin kendi kaderlerini şekillendirme yeteneğiyle bağlantılıdır.
Peki siz ne dersiniz? Hayatınızda birine güvenerek büyük bir adım attığınız ve bunun karşılığını aldığınız anlar oldu mu? Belki de bir iş arkadaşınıza, bir aile üyenize, ya da hiç tanımadığınız birine duyduğunuz o ilk inanç, size beklenmedik kapılar açtı.
Güvenmek, evet, kendinizi başkalarına karşı kırılgan kılmak demektir. Bu, ilk bakışta bir zayıflık gibi görünse de aslında muazzam bir gücün kapısını aralar. En büyük başarılar, en derin bağlar, hep bir miktar risk almayı, bir miktar kırılganlığı göze almayı gerektirir. İş dünyasında, güvenin getirdiği hız, çeviklik, zihinsel odaklanma, sarsılmaz kurumsal dayanıklılık ve uyumlu karar alma gibi somut stratejik faydalar, açıkça görülen bir gerçektir. Bir düşünün, güvenin yeşerdiği bir ortamda, fikirler nasıl da özgürce akar, yenilikler nasıl da cesurca filizlenir! Dahası, güven sadece iş süreçlerini hızlandırmakla kalmaz; bireylerin gizli kalmış potansiyellerini ortaya çıkaran, onları büyümeye ve gelişmeye teşvik eden dönüştürücü bir kuvvettir. Bir lidere güvenmek, bir ekibe inanmak, aslında o ekibin ve o bireylerin kendilerine olan inancını pekiştirmektir. Bu, sadece bir beklenti değil, aynı zamanda bir davetiyedir; "Sen yapabilirsin!" demenin en güçlü yoludur.
Güven inşa etmek bir seçimdir, bir yatırımdır. Başlangıçta belki biraz cesaret ister, biraz risk barındırır. Ama getirileri, beklentilerinizi katlayarak aşar. İş yerinde, ailede, dostluklarda, hatta hiç tanımadığınız insanlarla kurduğunuz bağlarda, güven tohumları ekmekten çekinmeyin. Çünkü bu tohumlar, sadece sizin değil, tüm toplumun gelişmesine, huzur bulmasına ve umutla geleceğe yürümesine olanak tanır. Güven, sadece bir hesaplama değil, insan olmanın ta kendisidir. Bu, bizi birbirimize bağlayan, bizi daha iyiye taşıyan, aydınlık yarınların anahtarıdır. Haydi, bu anahtarı cesaretle kullanalım! Geleceğe güvenle bakmak, elimizde değil mi?