Kuduran ve işgale başlayan İsrail’i ancak İslam Birliği Gücü durdurabilir. Batı, bu kesin tavrı gördükten sonra tasmalı mahlûkunu dizginleyebilir. Gazze’nin başka kurtuluş çaresi yok.

Dünyanın başına bela olarak kurdurulan İsrail terör örgütü, zulmüne ve şenaatlerine aralıksız devam ediyor. Önceki gün, zaten iki seneden beri hava bombardımanıyla yerle bir edilmiş olan Gazze’yi alçakça işgal harekâtı başlattı. Ukrayna’yı kurtarmak için Batılı bütün ülkeleri bir araya getiren ABD, suç ortağı İsrail’in cinayetlerine sessiz kalmaya hatta açıkça destek olmaya devam ediyor. Bütün bu kahredici gelişmeler insanlığın İsrail ile birlikte ABD’den nefret etmesini de sağlıyor. Evet, şu anda soykırımcı iki ülke var: İsrail ve ABD. Elbette her ikisi de suçlarının hesaplarını verecekler; yöneticileri er veya geç sanık sandalyesine oturtulacaktır. Ben buna yürekten inanıyorum.

Peki, durup seyredecek miyiz olan cinayetleri? Gazzeli sivil halkın, masum çocukların, dünya tatlısı bebeklerinin katliamlarına hep susacak mıyız? Bence başta İslam âlemi olmak üzere bütün dünyada bir nefret birikiyor. Bu nefret ve kin dalgasının ne zaman kabarıp taşacağını, İsrail ve ABD’ye ne zaman yöneleceğini kestiremiyorum. Fakat şuna inanıyorum ki insanlar insanlıklarını kaybetmediyse, erdemi, ahlakı, fazileti, barışseverliği yitirmediyse bu iki ülkeyi mutlaka şiddetli şekilde cezalandıracak. Bu akıbetlerine şahit olacağız. Zaten İsrail’in bölgede etkisizleştirilmesi hâlinde ABD de tarihinin en büyük tokadını yemiş olacak. Rabbim bu akıbetlerini yakın eylesin.

Bölgenin, Müslümanların ve bütün insanlığın başına ABD ve diğer Batılı emperyalist ülkeler tarafından bela edilen İsrail, 1948’den beri sinsice, şeytanca, ahlaksızca topraklarını ve gücünü artırmaya devam ediyor. Şu anda bu soysuz işgale sesini çıkarmayan Ürdün, Lübnan, BAE, Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt ile diğer İslam ülkeleri sıranın kendilerine geleceği günleri bekliyorlar aslında. İsrail engerek yılanı, Gazze ve diğer Filistin toprakları ile yetinmeyecek, gözünü küstahça Kudüs’e sonra da diğer İslam beldelerine dikecektir. Bu şeytanlaşmış robotları ancak Müslüman olan ülkelerin “İslam Birliği Silahlı Gücü” durdurabilir. Çünkü İsrail sadece bu dilden anlar. Acaba 2 milyar nüfusa ulaşan 57 İslam ülkesi bu şuuru, basireti, feraseti gösterebilecek mi? Böyle bir silahlı güç oluşturabilecek mi? Yoksa tek tek yutulup yenilmeyi mi kabullenecek? Bekleyip görelim.

İZ BIRAKANLAR

Medeniyetimizi İnşa eden Kadınlar İz Bırakanlar, Dr. Fatma Bayraktar Karahan’ın eseri. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları tarafından neşredildi. Eserin ön sözünde şu satırları okuyoruz: “Medeniyetimizi İnşa Eden Kadınlar kitabı, ilminden sanatına, hayır hasenatından cesaret ve idareciliğine kadar farklı yönleriyle medeniyetimizin harcında katkısı olan, kendisinden sonraya izler bırakan kadınlardan müteşekkil bir çalışma oldu. Onlar da tıpkı bizler gibi kız çocuğu, eş ve anne olmaya, evlat özlemiyle ya da evlat acısıyla denenmeye varıncaya kadar kadın olmanın farklı hâllerini; zahmet ve rahmetini yaşadılar. Bu yüzden acıları, sevinçleri, korkuları, cesaretleri ve daha pek çok duyguları çok tanıdık gelecek bizlere.

Kaleme alınan bir şiirde, dilden dile aktarılan bir masalda, savaş meydanında gösterilen cesarette, yazılan bir kitapta ve daha nicesinde tüm bu duyguları görmek mümkün ziyadesiyle. Ancak onları bizden farklı kılan yaşadıkları ile ilgili. İlham veren yönleri tam olarak bu belki. Acıya sabredişleri, haksızlıkla mücadele edişleri, anlatışları, hayır işleyişleri ve daha nicesi.” Dikkatle okunması, ibret alınması ve örnek gösterilmesi gereken eserde medeniyetimizi ihya ve inşa eden sabır abidesi, şefkat kahramanı, gayretli, azimli ve muhterem şu kadınlarımızın destansı hayatlarını okuyoruz: Fatıma Binti Abdülmelik, Gülnar Hatun, Hayme Ana, Gevher Nesibe Sultan, Fatma Bacı, Mihri Hatun, Mihrimah Sultan, Haseki Hürrem Sultan, Mihrişad Valide Sultan, Bezmiâlem Valide Sultan, Şefika Gaspıralı, Şair Nigâr Hanım, İhsan Raif Hanım, Nene Hatun, Çete Ayşe, Ayşe Sıdıka Hanım, Fatma Rikkat Kunt, Necla Pekolcay ve diğerleri…

DOĞU IŞIĞI

Hikâyeci yazar Ali Haydar Haksal’ın “Karşılaştırmalı Metinler”i devam ediyor. Doğu Işığı başlığı altında ilk üç cildini okuduğumuz ve çok önemli hususların dile getirildiği Doğu Işığı’nın dördüncü cildi de Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları arasında vitrinlere çıktı.

Tanıtım yazısında, “Ali Haydar Haksal, Doğu Işığı serisinde Batı’nın bakış açısıyla Doğu’yu incelerken Batı’nın üstenci bakışını gözler önüne seriyor. Kudüs ve ile başlayan Doğu Işığı 4; Andre Gide’den Oscar Wilde’a, Cervantes’ten Aldous Huxley’e birçok önemli yazarların metinlerini inceledikten sonra insanlığın göz bebeği olan, medeniyetlerin beşiği olan Kudüs’e geliyor. Kudüs’ün günümüzdeki durumuyla insanlığın ve Müslümanları Kudüs karşısındaki durumunu derinlemesine inceliyor.” Düşünürümüzün okurken üzerinde düşünmemiz gereken seçkin bir eseri. Devamını hep bekleyeceğiz.

BİZE GÖRE AİLE

Bu sene “Aile Yılı”. Aile kavramının önemini dile getiren çalışmalar yapılıyor, toplantılar düzenleniyor, kitaplar yayımlanıyor. Bu eserlerden biri de Bize Göre Aile adı ile toplum hayatımıza kazandırıldı. Eserin konuları ve yazarları şöyle: Ailenin İslami Açıdan Önemi (Soner Duman), Peygamber Efendimizin Aile Modeli (Mehmet Nezir Gül), Ailede Mahremiyetin Sınırları (Ülfet Görgülü), Aileyi Korumak: Bana Düşen Ne? (Dursun Ali Tökel), Aile Bağları (Demet Tezcan), Alternatifsiz Bir Kilit Taşı Olarak Aile (Peyami Safa Gülay), Aile ve Güven (Semin Oğurtan), Ailenin Bireyi Öznenin Ailesi (Ali Necip Erdoğan), Babalar, Oğullar ve Masallar (Sema Bayar), Kalbur Saman (Ali Sürmelioğlu). Aile toplumun temeli, cemiyeti ayakta tutan en büyük güç; kıymeti bilinmelidir. Dolayısıyla sadece bu yıl değil her zaman için ailenin ehemmiyetini anlatan eserlere yönelmeli ve bunları yetişkinler, bilhassa gençler okumalıdır.

CİVANMERT

Romancı yazar İsmail Fatih Ceylan farklı alanlarda kaleme aldığı kıymetli kitaplarıyla tanınıyor. Ceylan’ın Civanmert isimli eseri İnkılab Basım Yayım neşriyatı arasında okuyucuya ulaştı. “Geçmiş ile Gelecek Arasında Kastamonu’nun Ruh Derinliğinden Yansımalar” alt başlığı ile takdim edilen kitabın içinde memleketimizin yetiştirdiği kahramanlar, ruh mimarları, serdengeçtiler ibretamiz hayatlarıyla okuyucunun önüne çıkartılıyor. İnkılâb’ın yöneticisi Hasan Güneş takdim yazısında, “Coğrafyamız nice ünlü-ünsüz civanmerde şâhittir. Sahip olduğumuz bu değerleri minnetle hatırlamayı ve gençlerimize tanıtmayı bir vefa borcu olarak kabul ediyoruz.” diyor. Eserde şu şahsiyetlerin mücadelelerle geçen hayatları, hizmetleri, eserleri ve tesirleri anlatılıyor: Girit Serdarı Hüseyin Paşa, Baltacı Mehmed Paşa, Elmas Mehmed Paşa, Moldovancı Ali Paşa, Fahreddin Paşa, İşkodra Kahramanı Hasan Rıza Paşa, Enver Paşa, Halil Kut Paşa, Kafkasya Kahramanı Hâlid Paşa, Dadaylı Hâlid Bey, Nuri Killigil Paşa, Şerife Bacı. Şanla şerefle dolu tarihimizi bu eserlerle yakından tanıyabiliriz.

DİL KAZASI

Kayseri’de yaşayan ve tarihimize dair kaleme aldığı eserlerle tanınan Süleyman Kocabaş ile İstanbul’daki fuarlar sırasında ayaküstü de olsa selamlaşır, görüşür ve muhabbet ederdik. Bitmez tükenmez bir enerjiye sahip bu değerli yazarımız, sayısını bilemediğim birçok esere imza attı bugüne kadar.

Son olarak Beyazıt’ta düzenlenen kitap fuarında görüşmüş ve yeni rahmete kavuşan talebem Zeynep Didem Gezgin’in kendisiyle röportaj yapmasını sağlamıştım. Süleyman Kocabaş’ın Vatan Yayınları’ndan çıkan yeni eseri Dil Devrimi ile Gelen Birinci Büyük Dil Yol Kazası adını taşıyor. Dil maceramızın 1932-1980 yılları arasındaki dönemini detaylı olarak inceleniyor. Alt başlık dikkat çekici: “Yaşayan Türkçenin Tasfiyesiyle Uydurukça Dil İcadı”. Kocabaş, güzel Türkçemize zoraki yapılan müdahalenin olumsuz neticelerini dile getirirken bir dilin kendi tabii mecrası içinde gelişmesi ve değişmesi gerektiğine inanıyor. Ona göre, Yaşayan Türkçemiz esastır. Bütün dilcilerimizin, edebiyatçılarımızın sahip çıktığı ve eserlerinde yaşattığı “Yaşayan Türkçe” kavramını savunuyor. Ki bu davanın bayraktarlığını 1980’li yıllarda Tercüman gazetesi üstlenmişti. Araştırmacılar, bilim adamları ve hususiyetle dil hocalarımız, “Yaşayan Türkçe”nin önemine dikkat çeken seçkin makaleleri kaleme almışlardı. Şükürler olsun dil davası kazanıldı. Artık bugün TDK tarafından dayatılan bir Türkçe ve kötü kelime yok. Aksine halkımızın ve aydınlarımızın, yazarlarımızın ve toplumdan her kesimin sahip çıktığı, kullandığı, yazdığı canlı dil var. Yani Yaşayan Türkçe. Dil davası önemlidir. Bu yolda yazılan her eser kıymetlidir.

ROMAN VE HİKÂYESİ

Türkçede sevilerek okunan güzel romanlar ve hikâyeler yazılıyor. Bu eserler, nesillerin bediî zevkini geliştiriyor, fikirlerini olgunlaştırıyor, ufuklarını açıyor. Dergilerde yayımlandıktan sonra belli bir olgunluğa kavuşmuş olan hikâyelerin kitaplaşması gerekiyor.

Keza düşünce yoğunluğu ve his dünyası olan romanların da geleceğe emanet edilmek üzere neşredilmesi şart. Elbette bazı kitaplar hemen yankı bulmayabilir. Okuyucusuna kısa sürede ulaşamayabilir. Ama unutulmasın ki Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanı bile yayımlandıktan sonra uzun süre okunmamış, ilgi görmemiştir. Bugün ise Tanpınar, medar-ı iftiharımız bir dünya yazarımızdır artık. Demem şu ki belirli bir seviyeye ulaşmış edebî çalışmalar kitaplaştırılmalıdır. Ancak bu safhadan önce uzmanlara, meraklılara mutlaka danışılmalı, onlarında fikirleri de alınmalıdır. Zira ham hâlde basılan şiir ve hikâye kitapları ile romanlar bazen “ölü doğabilir.” Bu netice, yazar ve şairlerini üzebilir, okuyucuları da hayal kırıklığına uğratabilir. Nasıl meyveler belli bir olgunluğa eriştikten sonra dalından koparılıp afiyetle yenilebiliyorsa edebî eserler de mütekâmil hâle geldikten sonra vitrinlere çıkmalıdır. Aksi takdirde hüsrana uğrayacak olanlar sadece bu kitapların sahipleri ve yayıncılar değil, edebiyatı seven geniş kesimler de olacaktır.

Şimdi iki kitabı sadece isimleri ve yazarlarıyla tanıtmak istiyorum. Enes Nilüfer’in Ova Mülakatları Ketebe Yayınları’ndan çıktı. Rukiye Saran Aydın’ın Beli Bükük İle Mezar Taşı isimli hikâye kitabı ise Hece Yayınları’ndan edebiyatımıza kazandırıldı. Elbette her iki eser hakkında geniş tanıtımlar ve kritikler yapılmalı, eleştirel yazılar kaleme alınmalıdır. Şimdilik Nilüfer ve Aydın’ı, bu kitapları dolayısıyla kutluyor, kendilerine nice eserler diliyorum. Yolları, bahtları açık olsun. Yaz bitti, artık yarından itibaren Eylül ayına giriyoruz. Eylülle birlikte kültür sanat sezonu daha da canlanacak, yeni kitaplar yayımlanacak, çocuklarımız, gençlerimiz ve yetişkinlerimiz daha çok okumaya başlayacak. Bir fikir ve dava adamı olan Zübeyir Gündüzalp merhumun çok kıymettar bir sözü vardır: “Bütün kötülükler, müşküller okumakla engellenir, halledilir. Okumamaktan kork!” Toplumun her ferdi okuma faaliyetini daha çok ciddiye almalı ve istifade edeceği eserlere hemen yönelmelidir. Gençliğimizin iyiliği ve geleceğimizin selameti için okuyan toplum olmak zorundayız. Üstelik bu mutlak hakikat, yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in, Yani Rabbimizin de “ilk emri”dir.