Bu ay da mutat olduğu üzere Kızılay'daki kitapçıma gidiyorum. Kitapçıdaki tenhalık ve solgun hava gibi kitap fiyatları da hüzün… Burası, bir ay önce bıraktığım mekan olmaktan uzaklaşmış görünüyor ruhuma. Kur artışının yankılarını ilk kez rafların arasında, elle tutulur, gözle görülür bir fark edişle seyrediyorum. Alışverişi tamamlayıp da kasaya gittiğimde ince bir sitemle başlıyor hasbihal… Ben dükkan sahiplerine serzenişte bulunurken onların yayınevlerinden ve kağıt fiyatlarından sitem etmeleri tuhaf geliyor ve nihayet "esnaf bu artışı fayda ve çıkara çevirdi, kasıtlı yapıyor" cümlesiyle irkiliyorum. Daha önce de gazeteler, haberler ve sosyal medya aracılığı ile defalarca duyduğum fakat muhtemelen ihtimal vermediğim için üzerinde durmadığım bu cümle, ani gelen bir baş ağrısı gibi zonkluyor beynimde… "Bu memleket karıyla, zararıyla, alıcısıyla, satıcısıyla, güven ve samimiyet duygularıyla bizim" diyebiliyorum. Burası da sözün bittiği ve artık devama ihtiyaç hissettirmediği yer oluyor hepimiz için…

Devasa bir inançla hep söylemeye çalıştım; kitaplar ve kalemler bizim en masum taraflarımızdan… Hani o, öğrenmeye aç, meraklı, çocuk yanlarımızdan… Okumak ve yazmak dünyada durduğumuz ama aslında ondan latif adımlarla çekildiğimiz zamanlardan… Onlar içimizde kutsal kalmış, kırılmamış, örselenmemiş bir şeylere hitap ederken, sonra biz onlarla bilmediğimiz hikayelerin hiç tahayyül edemediğimiz hanelerine açılırken ve Cemil Meriç'in "insanlar kıyıcıydı kitaplara sığındım" cümlesindeki hüzünlü hakikatle onlar gönül dünyalarımızı öyle sıcak, öyle serin, öyle derin kuşatırken kitapçılar şehre nefes aldıran mabetler gibi görünürlerdi bana… Yeni çıkan ya da gözden kaçan ürünleri belli bir ücret karşılığında alıyor olmak da şiirsel bir ibadetin munis bir bedeli gibi durduğu için, ticaretin o hoyrat, o sarsıcı yanlarından koparak uzaklaşmış gelirdi… Dolayısıyla kitaplar, bu çirkin oyuna –üstelik de bizim insanımız, bu memleketin evlatları tarafından- alet edilmeyi hak etmiyorlar.

Belki de toplumca okumaktan bu kadar uzaklaştığımız için yaşıyoruz bunları. İkramı imtihana kendi ellerimizle çevirirken her gün biraz daha azalıyor, ufalanıyoruz. Dürüst değiliz kendimize bile.

Nasıl yapar, nereden nasıl düzeltmeye başlarız bilmiyorsak da hiçbirimiz, geldiğimiz noktada kitaplar, hiç değilse kendi içimizde bir üzüntü duymamızı ve sahiplenilmeyi hak ediyorlar. Bu noktada elem duymak boyunlarımızın borcu… Kitaplarından ırağa düşen bir neslin düşmana ihtiyacı kalmaz çünkü… Çünkü kitaplarla birlikte yazma çilesi de bizi tarihimize bağlayan en güçlü varlık hazinelerinden.

Onlar acısıyla tatlısıyla, çile ve huzuruyla, kavga ve barışıyla bu topraklarda yaşamış birer hayat, verilen birer mücadele… Gitseler de kalan, incecik yaprakları ile saran, kuşatan, ruhlarımıza tatlı sızılarla dokunan o aşık pervanelerden kopan ve en hakiki cümleleri kalbinde ağırlayan…

Ah şu yoksul samimiyet

Eli yüreğinde riya

Azar azar azalan sevgilerin

Yüzünü edeple süsleyen kibrin

…ve yanılgının ve yenilginin ve isyan cümlelerinin

Dolanırken boynuna

Eritiyor insanlığı

Bir makamın kapısında…

Selam ile

Nuray Alper