Yaz aylarının yemyeşil tabiat örtüsü üzerine kümelenmiş çiçekleri, tarihî ve turistlik gezileri, güneşin en cömert yüzünü deniz ve kumla buluşturduğu tadına doyulmaz seyirleri yanında kitaplara tutunabilmek yüksek bir iradeyi gerektirir ve bu irade kudreti güzeldir. Kışın kitap okumak ise sıcak kahve dumanı eşliğinde bir battaniyeye sarılırcasına kendiliğinden gelişen bir eylemdir. Yağmuru, karı, mevsim ile özdeşleştirdiğimiz bir şeyleri hasretle beklediğimiz günlerde içimi ısıtan bir kitaptan, İbrahim Gürel’in Çıra yayınlarından çıkan son kitabı Bir Gün Elbet’ten (Ağustos, 2025) bahsetmek istedim bu hafta.

İbrahim Bey sade ve iç açıcı kapağında küçük, uzak bir kayık bulunan ve adıyla Türk sanat müziğinin o sevilen parçası Elbet Bir gün Buluşacağız a telmih içeren 92 sayfalık el emeği göz nurunu ince imzasıyla yollamış haneme. Teşekkür ederim. On sekiz öyküden oluşan eserin ilki bir tasvir güzelliği ile çerçevelenmiş. Seviyorum sanatın tasvir eden, metaforu anlatılmak istenenin önüne koyan yönünü; “Kalabalığız… Puslu bir sabahın esaretinden kurtulan güneşin yeniden tahta çıkmasını beklemişiz hepimiz. Gökyüzü ne güzel bakıyormuş öyle mavi mavi. (…) Uzayıp giden dükkânlar siyah beyaz hayatlara renkli dünyalar vadediyor (s. 7). Keşke çocuk kalsaydım! Kalsaydım da zamanı oyuncak bir beşikte uyutsaydım (s. 8).” İçime anlatıcının ruh hâlindeki umutla, coşkuyla, heyecanla dolan neşe, daha kesif bir hâl alıyor kelimeler dans ettirildikçe... Bir sonraki adımda “Panik Aşk” adlı öyküsü ile karşılaşırız kitabın. Burada da okuruna en üst seviyeden hissettirilen duygu durumu anlatıcının tozlu ayakkabıları, ütüsüz elbiseleri, son anda işe yetişmesi, izin alırken yaşadığı gerilimi, ardından Amerika’dan gelecek ailesi ile sevdiği kızın hanesine tanışmaya gidecek olmasının verdiği heyecanı ile stresi belirleyen unsurlar olarak çıkar karşımıza. Son durakta güzel, samimi bir şey dokunur insanın içine ve bilinç akışı tekniğiyle kurgulanan öykü, anlatıcının bilinçaltında tortulaşmış kaygıları da gün yüzüne çıkarır. Kitaba adını veren “Bir Gün Elbet” onun üçüncü öyküsüdür. Saf, samimi, tertemiz bir aşkın öyküsü, bir fotoğraf stüdyosunda sevilenin yani Fatoş’un, anlatıcının hayaline vuran öyküsü. Fotoğrafçı Erman abi sadece bir yansıtma görevi üstlenir metinde, okura verilmek istenen duygu için bir figüran, bir ayna işlevi görür.

Eserin ben dili ile örülmüş öykülerinde zaman zaman şiirsel bir anlatıma rastlanır. Sokakları hüzünlü hayat öyküsüyle emziren “Sitemkâr”, şiirli anlatımın en çarpıcı örneklerindendir: “Camlarda gölgeler oynaşmaya başladı mı koca şehir bir ölüm sessizliğine gark olur. Bunu en iyi bilenlerdenim. Herkes susar şehir ölürken. Beton tabutlarda ölüm provası yapar insanlar. Vaktidir, sura üflenmiştir artık. Kimse kimseyi duymaz, görmez. Ağırdır gece, sağırdır. Çöker benim gibilerin üstüne zalim, tüm hıncını benden, benim gibilerden çıkarır (s. 22).” Hemen her metnin duygulu ve kırılgan olması onları birbirine yakın kılar. Tema ortaklığı olmasa da ben dili, bilinç akışının tercih edilmesi, metinlerin yer yer geriye dönüş tekniğiyle kurgulanmaları öykülerin aynı çerçeve içerisinde alımlanmasını sağlar. Gürel’in metinleri ekseri, modern tarzda görmeyi özlediğimiz sürpriz bir sonla karşılaştırır okurunu, bu durum türdeki monotonluğu kırar. “Ukde” ve “Kabahat Sende Çiçeği” okurunu hayret kavşağına çıkaran öykülerdendir.

Aşk aklını alır insanın. Kalbin ateşle dansı, aklın başa vedasıdır aşk. (Ukde, s. 27)

“Ukde” son âna kadar muhatabını, anlatıcının hikâyesinin içine çeken ve doktor karşısında olduğuna ikna eden çok katmanlı, başarılı bir kurgu üzerine temellendirilir. Okur, o zamana kadar anlatılan her şeyin, hatta anlatıcının içinde bulunduğu ânın bile bir kurgu ürünü olduğunu fark edince sarsılır. Karşısındakinin deliden ziyade kendini kamufle edebilen bir zeki olduğunu fark eder. Bu ezber bozan yapıyı İbrahim Bey “Kabahat Sende Çiçeği”nde bir adım ileri taşır ve metruk bir evi çiçekle tezyin eden iki arkadaşın başlangıçta soyguncu olduğunu düşündürür. Karakterin o hengâmede metruk evin önünde karşılaştığı görüntü ise öykünün içinde filizlenen bir öyküdür ve metnin metafiziksel bağı olduğunu ortaya koyar. Elbette sürpriz bir sonla heyecanı diri tutan öyküler bu kadarla sınırlı değildir. Kendisiyle buluşan gözlemcinin bir günü “Aylak Adamın Hikâyesi”nde, bir vapur seferinin anlatıcıyı birikmiş umutları kökünden koparan hazin akıbetiyle buluşturması “Deliliğe Tövbe” de, gözlemci bakış açısıyla anlatılan ve bir aşkı tefsir ederken içinden tuttuğu dileği yanı başında bulan coşkunun sesi “Gülsün Talih” de, anlatıcının başından bu yana aslında roman karakteri ile konuşması “Son Uyarı” da verilir. Hâlen var olan güzellik ve erdemlerin yanında gönül gözleriyle görebilen bir sürecin içselleştirildiği son öykü “Sihirbaz”da da hep bu şaşırtmaca kabiliyetinin izlerini buluruz.

Hayatın içinden parçalardır Bir Gün Elbet’in metinleri... Örneğin bir İstanbul akşamında masada oturan beylerle garson kızı gurbet ekseninde buluşturuverir Gürel. Birbirine yabancı iki uzak dünyayı birkaç tatlı söz, bir tebessümle hemhâl kılar çayların içildiği noktada. Hayri Abi ile garson Dilek’in sıradan görünümlü sohbeti sadece kızın değil, öyküye giren herkesin ruh iklimini değiştirecektir (Sahiden Güzel Adam). Sonra sıcaktan bunalan bir günün yolunu düş aracılığıyla özlenene düşürür, “Mesele Sıcak Değil” derken, hepimizin içinde büyüyüp duran bir sefer düzenler uzaktaki yakınlara…

Selam ile.