Nevroz, yokluktan kaçmak için varlığı inkar etmektir. İcat edilmiş benlik daima korku içindedir, sürekli korkar. Korku içinde, paranoya içinde yaşar. Nevroz, anlamını arayan ruhun acı çekmesidir. Dehaya hayranlık duymanın bir anlamı yoktur, deha bir 'nevroz'dur. Nevroz bir fiksiyondur. Nevrozlu, kendi tokatlarına yanağını uzatan kişidir. Var oluşun temelinde de hayata karşı derin bir bıkkınlık, gerçek bir nevroz vardır.
Cemil Meriç'in dediği gibi, varoluşçu filozof, hayattan nefret eder ve insanlardan tiksinir. Sizi masalında, Anlaşmazlıkta, Yabancılda, cana kıyılır veya intihar edilir. Kahramanlar marazi bir keyif duyar cana kıymaktan. Kör bir kaderdir bu. Deniz kıyısında yaşamak isteyen parasız bir genç kız, para elde etmek için adam öldürür ve en küçük bir nedamet duymaz. Sonunda intihar eder, ama öfkesinden. Varoluşçu roman kahramanları bir eser yaratmak, faydalı olmak için harekete geçmezler. Eylemleri ister caniyane olsun, ister kahramanca, var olduklarını ispat için bir imkan, bir araç sizi, boyuna kayayı kaldırır, bunu yaparken kendi varlığını vurgulamaktadır. Abesmiş! olsun. Gücünü göstermek için bir kurallar dehlizine kapanan sanatkarın aradığı da bu buruk tatmin değil mi? Kendilerini, hür olduklarına inandırmak için kan ter döken bu kahramanların gözünde mühim olan tek şey bu saçma sapan davranışlardır.
İşte nevroz; travmatik bir hastalığa benzetilebilen, kişinin aşırı ölçüde duygu yüklü bir yaşantının üstesinden gelebilmedeki güçsüzlüğünden doğup ortaya çıkabilmektedir. Nevroz belirsizliğe tahammül gösterme acizliğidir. İnsanların yararlı sabır erdemini geliştirmeleri için, Rabbin yarattığı tıpkı sinekler ve zararlı böcekler ne işe yarıyorsa, nevroz da o işe yarar. Doğa bilimleri açısından bu düşünce budalaca görünse de, psikoloji açısından zararlı böcekler yerine sinir arazlarını koymak yerinde olur belki.
Nevroz, kendiliğin parçalanmasıdır. Çoğu kimsede bunun nedeni bilinç eski ahlak idealine sımsıkı tutunmaya devam ederken, bilinçdışının bilincin yadsımaya çalıştığı ahlakdışı ideal peşinde koşmasıdır. Sonunda nevrotik olan bir insanın, geçirdiği ezici deneyimler yüzünden bir başlangıç özgüveni geliştirme şansı pek olmamıştır. Sahip olabileceği özgüven de nevrotik gelişme boyunca iyice zayıflar, çünkü bu gelişme, özgüven için vazgeçilmez olan koşulları ortadan kaldırmaya yatkındır. Bu koşullan kısaca tanımlamak zordur.
Kişiliğimizi bulmada da yapmamız gerekeni yapamazsak hastalanırız. Nevroz denilen hastalığın özünde kullanılmamış bir potansiyel yatar. Toplumun şimdi ve geçmişteki etkileri, kişilik potansiyelimizi açığa çıkarmazsa içe döner ve bireyin ruhsal dengesini alt üst etmeye başlar. "Enerji sonsuz bir mutluluktur." der William Blake, "Kim ki bir şeyi çok arzuladığı halde isteklerini eyleme dökemez, ölümü davet etmiş olur".
Nevroz, uyuşturucu kullanmayan insanın uyuşturucusudur. İnsan bir bütün olarak doğa ile olan ilişkisinde yenik durumdadır ve böylece kurtuluşunu strateji ve hilelerle aramak zorundadır. Özellikle bizim aşırı aydınlıkçı kültürümüzde pratik olarak herkes bireysel olarak herkes hilelerini kullanmakta gerçekten ustadır. Bireydeki nevrotik gelişme nihai anlamda yabancılaşma, düşmanlık, korku ve azalan özgüven duygularından kaynaklanmaktadır. Bu tutumlar kendi içinde bir nevroz oluşturmaz, ancak nevrozun gelişebileceği bir temel yaratır, çünkü potansiyel açıdan tehlikeli olarak algılanan bir dünyaya yönelik temel çaresizlik duygusunu yaratan şey bunların birleşimidir.
Düşlemlerin aşırı büyüyüp güçlenmesi, nevroz ve psikozlara yakalanmanın koşulunu oluşturur; ayrıca düşlemler, hastalarımızın yakındığı patolojik (sanrısal) belirtilerin ruhsal ön basamaklarıdır. Düşlem yolundan ayrılan geniş bir sokak, hastalıkta son bulur (Freud, 2016). Nevroz, çağımızda yaşam tarafından düş kırıklığına uğratılan ya da yaşam için kendilerini fazlasıyla güçsüz hisseden insanların kapandıkları bir çeşit manastırdır.
Kıskançlık her ne kadar bazen yararlı davranışlara teşvik etse de genelde değersizlik ifadesidir. Ama nevrozlarda başkasının sahip olduklarını kıskanmak pratikte bir rekabetçi çabaya götürmez. O seyahat son bulmadan hareketsiz kalan bir tramvay gibi durur ve hastayı sinirli ve depresif geride bırakır. İnsan bir bütün olarak doğa ile olan ilişkisinde yenik durumdadır ve böylece kurtuluşunu strateji ve hilelerle aramak zorundadır. Özellikle bizim aşırı aydınlıkçı kültürümüzde pratik olarak herkes bireysel olarak herkes hilelerini kullanmakta gerçekten ustadır. Keza, artık hakim patoloji arzunun babaerkil otorite tarafından bastırılmasının sonucu ortaya çıkan klasik nevroz değil; arzunun kışkırtıldığı, yörüngesinden saptırıldığı, ne kendisine tatmin bulacağı uygun bir nesnenin sunulduğu ne de tutarlı denetim formlarının sağlandığı modern bir psikopatoloji biçimidir.
Öte yandan, bütün çocukların aynı derecede korkak olmadığını, özellikle akla gelen bütün obje ve durumlardan büyük ölçüde ürküp çekinen çocukların ilerde nevroza yakalandıklarını gözden kaçırmamamız gerekir. Dolayısıyla nevrotik yatkınlık, gerçek korkuya belirgin bir yakınlıkla açığa vurur kendini; korkuya yatkınlık daha önce, nevroz daha sonradır.
Tiyatroda biri öksürünce herkes öksürür, boğazında bir kaşıntı duyar herkes. Taklit insiyakı, insiyakların en güçlülerinden biridir. Karşı koydunuz mu sinirleriniz gerilir, bir suçluluk duygusu içine düşersiniz. Herkes tarafından kabul edilen bir haksızlığa isyan etmek kolay mı? Ama bir öğretici çocuklarla toplu konuşmalarda, kendi gelecekleri ve insanlık geleceğinin sosyal duygularımızın artışıyla mümkün olabileceğini, hayatta büyük hataların -savaş, ölüm cezası, ırkçılık, başkalarından nefret etme, nevroz, intihar, suç işleme, sarhoşluk vb.- sosyal duygu eksikliğinden doğduğunu anlatacak, onları ikna edebilecektir. Bunlara aşağılık duygusu, kabul edilemez ve uygunsuz durumlara tehlikeli bir müdahale olarak bakılması gerektiğini söyleyecektir. Aslında, Nevroz ve psikoz arasında, doğa, tür ya da grup farkı yoktur. Psikoz gibi nevroz da bundan böyle ödipal olarak açıklanamaz. Daha ziyade tersidir, Ödipus'u açıklayan nevrozdur. O halde psikoz-nevroz ilişkisi nasıl tasavvur edilmeli? Ve bu ilişki başka ilişkilere bağlı değil midir? Psikozu, sürecin kendisi ya da aksine sürecin kesintiye uğratılması (ve ne cins bir kesinti?) olarak isimlendirmemize bağlı olarak her şey değişir. Süreç olarak şizofreni arzulama-üretimidir, ama böyleyken o en sondadır, kapitalizmin koşulları tarafından belirlenen toplumsal üretimin sınırındadır. O tam da bize, modern insana ait "hastalıktır".
Kimlik dağınıklığı nevrozlarla sınır kişilikler arasındaki ayrımı belirlemek bakımından önemli bir ölçüttür. Çünkü nevrotik vakalar, şiddetli duygusal tepkiler ve dalgalanmalarla seyreden durumlarda dahi tam bir kimlik dağınıklığı göstermez. Bununla beraber pek çok durumda ayırıcı tanıya gitmenin güç olduğu kabul edilmelidir.
Takip eden yazımızda "Haksızdık, Çünkü Tanrının ve Tarihin Randevusunu Kaçırmıştık" Diyeceğiz…
Sefa İle…