Dünya çaresiz, mutsuz ve huzursuz bir şekilde Batı’nın fikri savrulmalarının bedelini ödüyor. Bu bedel modern barbarlar çağının bir sonucu. Bu çağın, modernizmin en güçlü kavramları olarak da adlandırılabilecek üç sacayağı var: daha çok kontrol (emperyalizm), daha çok kazanmak (kapitalizm) ve bu “değerlerle” daha çok yayılmak (globalizm).

Emperyalizm, bir devlet ya da ulusun başka devletler üzerinde sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesini ifade ediyor. Emperyalizm üzerini örten ambalajı açtığınızda ve Batı’yı bir kurtarıcı olarak gösteren gözlükleri çıkartabilirseniz siyasi, askeri, ekonomik tüm amaç ve fikriyatın aslında sadece emperyalizmin hizmetinde olduğunu görebilirsiniz.

Kapitalizm ve emperyalizm birbirlerine içkin olmasına rağmen kapitalizm daha çok profesyonel, başarılı bir pazarlamacı olarak öne çıkıyor. Bu başarının(!) sürdürülmesi, teknolojiye ve sürekli ilerlemeye bağ(ım)lı ve kapitalizmin teknolojiye bakışı avamın inandığı gibi hayatı kolaylaştırması cihetiyle değil; sömürü ve karı artırmak üzerine kurulu. İslâm’ın karşısında olan ve temelini maddeciliğin oluşturduğu bu sistem, sınırsız özgürlüğe sahip insana maddi zenginliğe ulaşmayı ve bunu dilediği şekilde tüketmeyi emrediyor.

Globalizm (küreselleşme) ise kitle iletişim araçlarıyla fikir, değer ve kültür de dâhil olmak üzere sistemin tüm ürünlerini dünyanın en ücra köşelerine kadar yayıyor. İslam topraklarına dışarıdan gelmesine rağmen gönüllü kabul edilmiş yabancı bir unsur ve milletlerin ruhunu, insan yaratılışındaki özgünlüğü yok etmek için var gücüyle/acımasızca çalışıyor.

Ne gariptir ki bu 3 ideolojinin mağdurları, sahip oldukları mirasın farkında olmamakla birlikte yeniden başlamak için gerekli enerjiye ve fikriyata da sahip değiller. Teslimiyet, teslim olunacak yegâne Varlığa değil ideolojilere karşı gösteriliyor. Hal böyle olunca İslam, ete kemiğe bürüneceği coğrafyalar için heyecanla bekliyor. “Allah nurunu tamamlayacaktır” (Saff/8) ayeti bu heyecanı diri tutuyor.

İnsanı Ahsen-i Takvim olarak yaratan, elbette onu bu yücelikte tutacak değerleri uygulamak, muhafaza etmek için eşrefi mahlûkat olan insanı önceliyor ve Kur’an’ı Kerim’de bunu açıkça belirtiyor. İnsanın icat ettiği sistemler ise Gazze’de olduğu gibi insanı dehşete düşüren sonuçlar doğuruyor. Bununla da kalmayıp bu çağın ‘modern barbarlar çağı’na dönüşmesine ve kıtaların keskin bir şekilde birbirinden ayrılmasına neden oluyor.

Bugün insanlık adı her ne olursa olsun kendi kurduğu ve dünyaya kabul ettirdiği sistemlerin dehşetengiz sonucunu yaşıyor. Cemil Meriç’in ‘deli gömleği’ olarak ifade ettiği izm’lerle içi boşaltılan insan, Rabbine yabancılaştırılarak fıtratı bozuluyor ve insanî değerler tüketiliyor. Modern barbarlar insana, ruhuna, medeniyete; her şeye acımasızca saldırıyor.

Hülasa modern barbarların kıtaları keskin bir şekilde ayırdığı/yağmaladığı bir çağdayız. Her zamankinden daha fazla sorumlu olduğumuzu anlamak için şu tarihi olaya bakmamız yeterli:

İslam ordusu İran’ın içlerine doğru giderken, İranlı komutan Rüstem-i Zal, Müslümanlarla barış yapmak için başkomutan Sad b. Ebi Vakkas’a bir elçi gönderir. Elçi, “Sizi buraya kadar gelmeye iten sebep nedir?” diye sorar. Sad b. Ebi Vakkas’ın cevabı kısa fakat çok anlamlıdır:

“Allah biz Müslümanları -insanlığa birer muallim olarak- göndermiş ki, insanları insanların kulluğundan kurtarıp, yalnız kulların Rabbine kul olmalarını sağlayalım; onları batıl dinlerin / ideolojilerin zulmünden İslam’ın adaletine kavuşturalım ve dünyanın darlığından çıkarıp dünya ve ahiretin genişliğine ulaştıralım.” (İbn Kesir,el- Bidaye ve’n-Nihaye,7/39)