Hedonik adaptasyon, olumlu/olumsuz olaylara karşı tepki olarak artan ya da azalan mutluluk düzeyinin belirli bir zaman sonrasında yeniden eski hâline dönme eğilimi için kullanılıyor.

Ne yazık ki yaşadığımız çağda Batı’nın hazlara, Doğu’nun ise acı, yokluk, savaş, vahşet gibi en olumsuz ögelere karşı hedonik adaptasyon sağladığını görüyoruz. Bu adaptasyonun hazlara uyum sağlayan Batı tarafından “yeni dünya düzeni” olarak adlandırılması kadar en olumsuz ögelere uyum sağlayan Doğu tarafından “kader” olarak görülmesi de yanlıştır.

Batı eksenli fikriyat ve değerlerin, ambalajlara sarılı organizasyonların içinde yaşadığımızın; ithal edilen her şeyin mutlak doğru ve ideal olarak kabul ettiğimizin farkına varmak bu yanlışın düzeltilebilmesi için iyi bir çıkış noktası olabilir. Çünkü itirazlar, sorular ve iyileşme ihtiyacı yalnızca içinde bulunulan durumun idrakiyle başlayabilir.

Küresel mahalle baskısıyla dayatılan tüketim pandemisiyle beraber düşünüldüğünde tüketirken haz aldıklarımızın belirli süre sonra o şeyi tüketmeden önceki halimiz kadar bizi mutlu etmediğinin farkıyla bu idrak zirveye çıkar. Bu işin bireysel yanı fakat daha kötüsü var; şimdi aynı hedonik adaptasyonu değerlerimize ve medeniyet mefkûremize karşı yaşıyoruz.

Model olarak önümüze konanların yaşattığı iki yüz yıllık ‘haz yanılsaması’ akabinde bu yanılsama öncesi kadar mutlu olamıyor ve bu durumu kabullenemiyoruz. Bu bir içselleştirme sorunu, bir arayış, Müslümanca tavır ve vücuttan atılması gereken bir ifrazat! Fakat biz hala ifrazat nedenli ağrıları dindirmek için ağrı kesici hazlar alıyor ve ağrıyan yerimizi öğrenmek için haz etkisinin sona ermesini bekliyoruz. Kabullenmek zor çünkü göle maya çalabilmiş köklü mirasın sahipleri, ayrımların en kötüsü –insan ayrımıyla- anılan ve sayısız soykırıma göz yuman/yummakta olan bir medeniyeti model alarak bir nevi kendini inkâr ediyor.

Problem farklı bir medeniyeti örnek almak değil; Batının argümanlarını onları ortaya koyanlardan daha çok kabullenmek ve kendi mümtaz irfanını yapay bir kültürle mayalamaya çalışmak. Batı’nın elinde olsa kendi değerlerini(!) yozlaştıranları, varoluşsal tehdit sayar ve onları yok ederdi. Tıpkı onlarca medeniyeti yok ettiği gibi. Şimdi haz veren içeriğiyle severek tükettiğimiz sanal hazlardan vazgeçme, hedonik adaptasyon sonrası başlangıç noktamıza geri dönerek sarsılmaz inancımızla yeniden kendimizi ve medeniyetimizi var etme zamanı.

Burada sahip olunabilecek en önemli şey inancımız çünkü bir şeyin düşüncenin, o düşüncenin gerçekleşmesinden daha çok haz verebileceğini biz Kur’an’ı Kerim’deki cennet tasvirleri üzerinden anlayabiliyoruz. Biz aslında dünya/ahiret bağlamında bir hedonik adaptasyon yaşıyoruz; cehenneme götürecek eşyaları bavulumuza dolduruyor cennete doğru yola çıkıyoruz. Şunu biliyoruz; bu dünyanın hazları, başlangıç noktamızın -cennetin- mutluluğunu asla veremeyecek. İşte bu yüzden hep insanın dünyaya gönderilmeden önceki halini arıyor, mutlu olamıyor ve yerimizi yadsıyoruz. Çünkü Kur’an’ı Kerimde; "Mutlu olanlar" cennettedirler.” buyruluyor (Hûd, 105, 108).

Hedonik adaptasyona insanın dünyaya geliş amacı ve dünya/ahiret ilişkisi veçhesinden baktığımızda, medeniyetin asli unsuru olan insanın kendi başlangıç noktasına geri dönmekten başka çaresi olmadığını görüyoruz. Çünkü bu yarışı, ancak ve ancak başlangıç noktasına geri dönebilmeyi başaranlar kazanabilecek.