Kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmek, modern insanın en mahir olduğu konulardan. Ben’den başka hiçbir şeyin önemli olmadığı bu pragmatist hayat felsefinde insanın göze alamayacağı hiçbir şey yok. Hakeza gazeteler, haberler ve işyerlerimiz bu durumu ispat eden sayısız örneklerle dolu.

İçinde büyüdüğümüz ortamın ve kitle iletişim araçlarının normalleştirmesiyle artık insanın, yanılmaz aklın önderliğinde kalbini ve ruhunu saf dışı bırakmış, tek kişilik çıkar amaçlı bir örgüte dönüştüğünü görebiliyoruz. Bu durum yaşıyor olduğumuz çağın en ayırt edici/gözden kaçıcı/önemli özelliklerinden biri.

Kalbinizin ya da ruhunuzun değil dışarıdan telkin edilenlere bir kulak kabartın; artık iyiliğin bir kenara bırakılması gerektiğini, her insanın kendi çıkarları peşinde koşmasının gerekliliğini ve çıkar uğruna atılan her adıma mubah gözüyle bakıldığını göreceksiniz. Bu zehirli, yayılmacı fikriyatın insan yaratılışına ters olduğu ile Allah rızası için iyilik yapmanın Müslümanın en önemli hasletlerinden biri olduğunun unutulması, ağacın altında bekleyen modern tilkilere ait bir planının sonucu. Dolayısıyla yaşadığımız çağda temayül ve istidadımızın tamamen çıkarlarımız doğrultusunda olduğunu; İlahi telkinlerin ve onun gölgesi olan kalp ile ruhun artık önemsenmediğine şahitlik ediyoruz.

Mevcut durumumuzu anlatan Karga ile Tilki, MÖ 620 ile 564 yılları arasında Antik Yunanistan'da yaşamış bir köle ve hikâye anlatıcısı olan Ezop'a atfediliyor. Karga ile Tilki hikâyesi, hemen herkesin duyduğu bir hikâye ve her nasılsa ülkenin tamamına Fatiha’dan yani ‘sıratı müstakim’den daha önce öğretildi.

Mesnevide tilki metaforu, kurbanlarını kandıran, menfaat peşinde koşanları sembolize ederken, karga ise bitmek bilmeyen emeller, kader ve kazayı inkâr edenlerin, hakikat bilgisinden uzak olanların, nefsinin peşinden koşanların, kısaca kendi kötü huyunun farkında olmayanların ve dolayısıyla kendini inkâr edenleri sembolize eder.

Bu hikâye bağlamında kendi durumumuza bakacak olursak aklın önderliğinde kurduğumuz kişisel çıkar amaçlı suç örgütümüzün hem tilkiden hem de kargadan beslendiğini görürüz. Çünkü tilki ve kargaya bu şekilde bir oyun kurduran, kargaya güzel olduğu ve sesi için övüldüğünde yüceleceğini söyleten, çıkar söz konusu olduğunda her yolun mubah olduğunu tilkiye kanıksatan aynı insan. Yani biz insanlar dünya yolculuğumuzda içimizdeki tilki ve karga ile beraber yol alıyoruz.

Biz karganın gerçekte sesinin kötü olmasıyla ya da görünümünün nispeten çirkin oluşuyla değil ağzındaki peynirle ilgileniyoruz. Karga kötü olduğu ya da peynire ihtiyacımız olduğu için değil içimizdeki tilkiden dolayı tilkinin tarafındayız ve karganın peyniri nereden aşırdığı umurumuzda değil. Biz nasıl bir insan olmamamız gerektiğini, ölmüş bir insanın toprağa nasıl gömüleceğini Kabil’e öğreten kargalardan öğreniyoruz. Biz, Habil’le beraber dünyaya ait hırslarımızı da toprağa gömmeyi öğreten kargaları değil Batı’nın kargalarını seviyoruz.

Binlerce yıl geçti, hala karganın ağzındakini düşürmesini bekliyor ve böylece elde edeceğimiz ganimeti düşünüyoruz. Bazen dalın altında, bazen de dalda bekliyoruz. Hülasa insan, menfaati peşinde koşup çıkarları için yapamayacağı hinlik olmayan yanıyla tilki, kötü huyunun farkında olmayıp kendini inkâr eden yönüyle de kargalara benziyor.