Sözde “Müslüman Dünya” diye bir şey varmış gibi konuşmak, Gazze’den Keşmir’e, Sudan’dan Suriye’ye Müslümanların kanı oluk oluk akarken, Müslüman çoğunluklu devletlerin sahtekâr liderleri Washington’un çizmelerini yalayıp, muhalefetlerini kuma fısıldarken ne kadar aptalca, değil mi?
“Müslüman Dünya” mı dediniz? Hadi oradan! Bu terim, Cakarta’dan Kazablanka’ya uzanan bir ümmet rüyasının değil, kırık bir aynaya yapıştırılmış ucuz bir etiketin adı. Artık bu zavallı hayali gömmenin vakti geldi. Düzgün bir cenaze töreni, en azından bu iğrenç kokuyu dağıtabilir.
Bir zamanlar “Müslüman Dünya” dendiğinde, imanla birleşmiş, ahlaki bir vizyonla kenetlenmiş bir medeniyetin hayali canlanırdı. Şimdi? Koca bir alay konusu! Bu sözde topluluk, Ramazan Bayramı’nın tarihini bile belirleyemeyen, kendi kardeşlerinin katliamına karşı üç maymunu oynayan bir palyaço sürüsü. Müslümanlar katledilirken, bu sözde “dünya”nın liderleri ya Washington’un kapısında el pençe divan duruyor ya da kendi halkını susturmakla meşgul. Eğer bu “Müslüman Dünya”ysa, o zaman bu dünya, gerçek siyasetin fişini çekmiş, klişe masallarla avunan bir hospis koğuşu.

Hadi dürüst olalım: Müslüman çoğunluklu ülkelerin çoğu, Amerika’nın iplerine bağlı kuklalar. Riyad’dan Rabat’a, İslamabad’dan Amman’a, hepsi Washington’un noteri. Dış politikaları ya Pentagon’da yazılıyor ya da Beyaz Saray’da onaylanıyor. Aradaki tek fark, belki bürolarındaki perdenin rengi!
Mesela, Pakistan’a bakın. Ordu, yani gerçek patronlar, yıllardır Amerika’nın sadık köpeği. Arada havlar gibi yaparlar, ama efendileri ıslık çaldığında terlikleri kapıp gelirler. Genelkurmay Başkanı Asım Münir, Gazze için timsah gözyaşları döker gibi bir iki laf eder, ama kimse yemiyor. Bu kölelik öyle kemiklerine işlemiş ki, adeta refleks olmuş. Bir ABD diplomatı öksürse, İslamabad’daki generaller zatürre oluyor. Tıpkı eski Türkiye’nin NATO’cu generalleri gibi.
KRİZİN KÖKÜ: BİR HAYALİN ÇÖKÜŞÜ
Sorun sadece korkaklık ya da yolsuzluk değil; mesele daha derin. “Müslüman Dünya” lafı, siyasi ve ahlaki birliği ima ediyor. Hangi birlik? Müslüman rejimler, prensiplerini silah anlaşmaları ve IMF kredileri için satarken mi? Mescid-i Aksa bir PR malzemesine dönerken, Müslüman mülteciler sessizce kaderine terk edilirken mi? Washington’a sadakat, ümmete sadakatten baskın çıktığında mı? Bu terim, ne bir siyasi bloğu ne de ahlaki bir duruşu temsil ediyor artık. Boş bir kabuk, nostaljik bir hurda. Gömmek lazım, hem de acilen.
Belki de bu gömme işi bir trajedi değil, bir kurtuluş. “Müslüman Dünya” masalından vazgeçmek, pusulamızı yeniden ayarlamamızı sağlayabilir. Dini kimliğin dayanışmayı garantilediği yalanını bırakıp, daha keskin bir siyasi çizgi çekebiliriz: Dostu düşmandan ayıran, lafla değil icraatla konuşan bir çizgi. Burada, Alman teorisyen Carl Schmitt’in soğuk ama berrak fikri işe yarayabilir: Siyaset, dost ile düşmanı ayırmakla başlar. Müslüman liderler, Kuran’dan alıntılar yapıp Siyonistlerle el sıkışırken, bu netlik altın değerinde. Schmitt’in gözünden bakarsak, soru basit: Kim Firavun’un yanında, kim Musa’nın ve mazlumların yanında?
FİRAVUN’UN KUKLALARI VE PEYGAMBERİN YOLU
Bugün neredeyse her Müslüman lider Firavun’un kapısında nöbet tutuyor. Körfez’in altın sarayları, İslamabad’ın askeri karargâhları, Kuzey Afrika’nın sahte tahtları… Hepsi güce tapıyor, ilkeye değil. Gazze alev alev yanarken, bunlar Amerikan imparatorluğunun önünde diz çöküp “istikrar” duası okuyor. Oysa gerçek peygamberlik geleneği, ezilenlerin yanında durur; pahalı, riskli, hatta aptalca görünse bile. Musa aleyhisselam, Firavun’a kafa tuttu çünkü doğruydu, stratejik olduğu için değil. Peygamberlik yolu, kâr-zarar hesabı yapmaz; ahlaki emre uyar.
İşte yeni siyaset burada başlamalı: Peygamberce bir siyaset. Diplomasinin sahte cilasına kapılmayı reddeden, dostu ve düşmanı net gören bir duruş. Bazen dost, senin dininden, dilinden değil, mazlumun yanında durandır. Bazen düşman, kefiye takıp kusursuz Arapça konuşsa da, Siyonistlerle silah pazarlığı yapandır. Türkiye’nin, Bu kanı durdurma çabalarına da “emperyal” hayaller diyerek kara çalıyorsunuz A Beyaz Sarayın kara köpekleri!
Acı ama gerçek: “Müslüman Dünya” diye bir şey kalmadı. Geriye, kimi onurlu, çoğu korkak, bir kısmı da suç ortağı olan dağınık bir Müslüman toplumu var. Ama umut da burada. Yalan bittiğinde, gerçek başlar. Ümmet, hiçbir zaman bayraklarla, sınırlarla ya da elçiliklerle ilgili olmadı. Ahlaki ve manevi bir bağdı. Belki bu hayal kırıklığı çağında, o bağı yeniden bulabiliriz.

TABANDAN DİRİLİŞ: YENİ BİR ÜMMET
Krallara, generallere yalvarmayı bırakıp dayanışmayı aşağıdan inşa edelim. “Müslüman milletler”le değil, mazlumlarla, adillerle, kim olurlarsa olsunlar, ittifak kuralım. Taş atan Filistinli çocuk, Sudan’da yaraları saran doktor, Suriye’de enkazda kitap tutan öğrenci, İsveç’te, Almanya’da, Paris’te Filistin için dayak yiyen Hıristiyan kadınlar… İşte ümmetin asıl vatandaşları. Onların direnişi sadece siyasi değil, kutsal. Liderlik anlayışımızı da sil baştan yapalım. Saraylara, parlamentolara bakmayı bırakıp yanlara dönelim: Şairlere, âlimlere, genç aktivistlere, örgütçülere. Sınırları ve dilleri aşan, adalet bayrağı altında birleşen direniş toplulukları kuralım. Ümmeti, hayallerle değil, sağlam bir umutla yeniden inşa edelim. Başarısız kurumların ötesine, onur ve hesap verebilirlik üstüne kurulu radikal alternatifler hayal edelim.
İHH’nın mücadelesini örnek alalım!
Evet, yol zor. Ne petrol parası, ne ordular, ne de devlet onayı var. Ama mesele de bu! Peygamberlik geleneği hep kenardan başladı: Bir mağarada, bir çöldeki sesle, bir kaçağın asasıyla. Firavun’la barışık olmaktansa Allah ile iyi olmayı seçenlerin yolu bu.
SON SÖZ: FATİHA’YI OKU, YOLA ÇIK
“Müslüman Dünya”yı gömelim, hem de şanına yakışır bir cenaze ile. Ölüm ilanını yazalım, namazını kılalım, işimize bakalım. Umutsuzlukla değil, inatçı bir umutla. Putlar, hele kendi ellerimizle yaptığımız altın putlar bile yıkıldığında, gerçek ibadet başlar. Yanımızda krallar, generaller olmayabilir, ama peygamberlerin mirası var. Ve bu, nihayetinde yeter. Bugün bir dönüm noktasındayız. Ya Firavun’un sofrasında kırıntı dilenmeye devam ederiz ya da Musa aleyhisselam gibi, Muhammed aleyhisselam gibi, Malcolm gibi ayağa kalkarız. “Hayır” deriz: Firavun’a hayır, adaletsizliğe hayır, diplomasi maskesiyle suç ortaklığına hayır.
“Müslüman Dünya” öldü. Yaşasın mazlumların, adillerin, özgürlerin ümmeti!