4. Alt Fasıl:

Kemâlperestliğe Yakın Mâzîden Nümûneler

Resmî ideoloji yapılmış, tabu hâline getirilmiş Kemalizm, bir asırdır Memleketimizde hüküm sürüyor… Devlet zoruyle… Devletin bütün imkânları seferber edilerek…

Millî Eğitim Temel Kânûnu, bütün Maârife, her vatandaşı Kemalizm îmânıyle yetiştirmeyi başlıca bir vazîfe olarak veriyor… Resmî-husûsî neşriyât da, mütemâdî bir propaganda bombardımanıyle bu şartlandırmayı destekliyor…

Tek taraflı bir Maârif ve neşriyât… Kemalizme muhâlefet, fiilen, her çeşid müessir vâsıtadan mahrûm… Bundan da öte, Fikir -binâenaleyh Tenkîd- Hürriyetinin üstünde, Damokles’in kılıcı gibi, 5816 var! İnsanlar, Kemalist Totaliter Rejimin bu cenderesi içinde âdetâ sersemlemiş, kendi başına düşünemez bir hâle gelmiş… Arada ezkazâ bir cılız ses çıkmıya cür’et ederse, o da bu hengâmede kaybolup gidiyor…

Her taraf, “Mutlak Şef”in çeşid çeşid fotoğrafları, heykelleri, büstleriyle kaplı… Paralar hâlâ onun resmiyle basılıyor… Her vesîleyle vecîzelerine muhâtabız… Bütün resmî müesseselerin İnternet Siteleri, onun resimleri, onun vecîzeleriyle başlıyor… “Zındık Şâir”in “Âmentü”sündeki gibi: “Adın besmeledir her işimizde…”

“Kemalist Türkiye” böyle bir şey: Bütün muhîtimiz Kemalizmle kuşatılmış ve zihinlerimiz esîr alınmış bir vazıyette! Kemalizm, bir vatandaşlık şartı! Kemalist olmıyana, söz hakkı yok! Her ne fikir beyân edecekseniz, evvelâ Kemalist olduğunuzu ik̆râr edeceksiniz! Hattâ beyân ettiğiniz fikrin de Kemalizme muvâfık olduğunu têmîn edeceksiniz!

“Kemalist Türkiye”: Kemalizm, bir vatandaşlık şartı! Kemalist olmıyana, söz hakkı yok! (Hattâ dolaylı olarak hayât hakkı da!)

“27 Mayıs Anayasası”nı hazırlıyan Hey’etin Âzâsı, Esâsiye Prof. Dr. İsmet Giritli’nin (1924 - 2007) Dünya gazetesinde neşredilmiş pek ibretâmîz bir makâlesi: “Rejimimizin Temeli: Kemalizm’e Bağlılık”…

Giritli’nin (ve temsîlcisi olduğu Mütehakkim Zümrenin) iddiâsınca, Kemalist olmıyana bu memlekette söz hakkı olamazmış: “Atatürk Devrimlerine bağlılık, Türk siyasî hayatında riayeti mecburî bir prensip haline gelmiştir. Bu itibarla Atatürk Devrimlerine bağlı ve saygılı olmıyan ve onun amaçlarını gözetmiyen hiç bir kişinin ve zümrenin Atatürkçü Cumhuriyetin siyasî hayatında yeri yoktur ve olamaz.” (Maâlesef, gazetenin târihini not etmeyi unutmuşuz…)

***

“Millî bayramlar”da Kemalist Propaganda zirve yapıyor… “Millî bayram merâsimleri” bir laik âyin havasında geçiyor… Zihnimizde “Kemalizmin hakîkati” hakkında bâzı şüpheler doğduysa dahi, bu “millî vecd günleri”, bu kitlevî kaynaşma, bütünleşme (communion) hâli onları da bertaraf etmiye yarıyor… Böylece, hayâtımızı, beşikden mezara kadar, (1945 TDK Sözlüğünde kaydedildiği gibi) “Türklerin dîni olan Kemalizm”den hiç sapmadan geçiriyor, Kemalizmin bir sâliki, bir mü’mini olarak yaşıyor ve o sıfatla bu dünyâya vedâ ediyoruz…

Lâkin, bu kadarı yetmiyor: Mütehakkim Zümreye göre, bu afyonlayıcı propagandaya rağmen, geçen zamân içinde, halk arasında “İrticâî temâyüller” tekrâr baş gösteriyor ve o zamân büyük bir hâdiseyle bütün bir Milletin Kemalizme îmânının tâzelenmesi ik̆tizâ ediyor…

Bu tesbîtimize misâl olarak şu üç büyük hâdise üzerinde durulabilir: 10 Kasım 1953’te “Ebedî Şef”in mumyalı naaşının Etnoğrafya Müzesi’nden Kemalist Panteona (Anıtkabr’e) taşınması, 27 Mayıs 1960 İhtilâli, 12 Eyl̃ûl̃ 1980 Darbesi ve akabinde, “Atatürk’ün Doğumunun 100. Yıl Kutlamaları”…

1. Îmân Tâzeleme Hâdisesi:

10 Kasım 1953: “Ebedî Şef”in Mumyalı Naaşı Panteon’a Taşınıyor

Uzun seneler, Milletin kesesinden muazzam bir servet harcandıktan sonra, nihâyet (1941-1953 seneleri) “Mutlak Şef”e lâyık bir Panteon inşâ edildi ve adına “Anıtkabir”, dîğer tâbirle, âbidevî mezar denildi… Yalman’ın ve temsîl ettiği Cemâatin gözüyle, o, “Ebedî Şef”in Türkiye’yi idâreye devâm ettiği “ebedî karârgâhı” idi. Aynı zamânda şahısperest merâsim veyâ âyinlerin yapıldığı mukaddes mekân… Kadîm devirleri aratmıyan bir mâbed…

Kadîm devirlerin rûhuyle inşâ edilmiş Kemalist Panteon

Bizzât mîmârı, onun kadîm devirlerin rûhuyle inşâ edildiğini söylüyor… Mustafa Kemâl’in hurâfî “Târih Tezi”ne îmân etmiş bir mîmâr (Prof. Dr. Emin Onat 1908 - 1961):

“Atatürk'ün başardığı inkılâpların en önemlilerinden biri, şüphe yok, bize mazinin hakikî değerini göstermesi olmuştur. Osmanlı devri, şereflerle dolu bir devir olmakla beraber, itiraf etmek lâzımdır ki, skolastik ruhun hüküm sürdüğü kapalı bir âlemden ibaretti. Halbuki, tarihimiz bir zamanlar Gök Alp'ın ‘Ümmet devri' dediği bu içe kapanmış medeniyetten ibaret değildi.

“Akdeniz milletlerinden bir çoğu gibi tarihimiz binlerce sene evveline gidiyor, Sümerlerden ve Hititlerden başlıyor ve Orta Asya'dan Avrupa içlerine kadar bir çok kavimlerin hayatına karışıyor, Akdeniz medeniyetinin klâsik ananesinin en büyük köklerinden birini teşkil ediyordu.

“Atatürk, bize bu zengin ve verimli tarih zevkini aşılarken, ufkumuzu genişletti. Bizi Ortaçağdan kurtarmak için yapılmış hamlelerden en büyüğünü yaptı. Hakikî mazimizin Ortaçağ[da] değil, dünya klâsiklerinin müşterek kaynaklarında olduğunu gösterdi. Hakikî Milliyetçiliğin içe kapanmış bir Ortaçağ gelenekçiliğinden asla kuvvet alamıyacağını, onun yalnız müşterek ve eski medeniyet köklerine inmekle canlanabileceğini anlattı. Avrupalılaşmakla, medenileşmekle, millileşmenin ayni şey olduğunu bundan iyi hangi fikir ifade edebilirdi?..

“Bunun içindir ki, biz, Türk Milletinin skolastik'ten uyanma, Ortaçağ'dan kurtulma yolunda yaptığı inkılâbın Büyük Önderi için kurmak istediğimiz anıtın, Onun getirdiği yeni ruhu ifade etmesini istedik. Bu ruh, Türk Milletinin içinden geçtiği medeniyetlerden birine ait, fâni bir ruh olamazdı. Atatürk'ün dehası bize gösterdi ki, dünyanın en büyük medeniyeti olan Sümer Medeniyeti, Türkler tarafından yapılmıştır. O, evvelâ Akdeniz Medeniyetinin temeli olduğu gibi, zamanımızda dünya medeniyetinin köklerini ayni yerde bulacaklardır. İşte, bunun içindir ki garplılaşma yolunda en büyük hamlemizi yapan Atanın Anıtkabrini, bir Sultan veya Veli türbesi ruhundan tamamen ayrı, yedi bin senelik bir medeniyetin rasyonel çizgilerine dayanan klâsik bir ruh içinde kurmak istedik.” (Prof. Dr. Emin Onat’ın 5 Kasım 1953 târihli Cumhuriyet’teki makâlesinden; Nurettin Can Gülekli, Atatürk; Anıt-Kabir Kılavuzu, Öğretmen Dergisi Yl., Çeltüt Matbaası, İstanbul, 1960, ss. 24-25'den naklen) (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 3.2.2019/137)

Kemalist Panteon’dan bir manzara… Giriş yolu, putperest Hititlerden taklîd edilen arslan heykelleriyle süslenmiştir… “Anıtkabir” binâsı ise, putperest Yunan’ın, Olimpos’ta, Başmâbûd Zeus’a ithâf edilmiş mâbedinden mülhemdir… Nitekim, Yakup Kadri de, Kemalizmin Mâbûdunu, “yıldırımlar saçıcı Zeus”a benzetiyordu. (Politikada 45 Yıl, 1984: 141, 142) (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Cenâzesi, Ölümü; Yeni Söz, 25.10.2019/394) Zâten “Anıtkabr”in mîmârı Prof. Dr. Emin Onat, ilhâm kaynağını saklamıyor: “…Garplılaşma yolunda en büyük hamlemizi yapan Atanın Anıtkabrini, bir Sultan veya Veli türbesi ruhundan tamamen ayrı, yedi bin senelik bir medeniyetin rasyonel çizgilerine dayanan klâsik bir ruh içinde kurmak istedik…”

“Zındık Şâir” ise, Müslümanlara: “Bilin ki Atatürk'ün kurduğu Ankara'ya / Atatürk'ün yolundan yürünerek girilir! / Anıtkabr’e gidip de yürekten baş eğmeyen / Günü gelir çarpılır, düşer, yere serilir! / Bir avuç yobaz için, bir sürü cahil için / Devrimi çiğneyecek ayak varsa, kırılır!” mısrâlarıyle gözdağı veriyordu…

***

Mumyalı naaş

Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi ünvânlı çalışmamızda, başka delîllerle berâber, hâssaten, kendisine, 9 Kasım 1953’te Mustafa Kemâl’in tâbutunu açıp naaşının vazıyetini teftîş vazîfesi verilen Marazî Teşrîh Profesörü Kâmile Şevki Mutlu’nun (İstanbul, 1906 - Ankara, 3.10.1987) şahâdetine istinâden (Mutlu, “Atatürk’ün Anıt-Kabre Naklinden Bir Hatıra”, Tıp Dergisi, 14.3.1964; -TÜBİTAK neşri- Bilim ve Teknik, Nisan 1995, s. 65) Mustafa Kemâl’in cesedinin (kefenlenmiş değil) tahnît edilmiş (embaumé), dîğer tâbirle mumyalanmış (momifié) olduğunu (ki, aralarında, kullanılan teknik bakımından fark bulunmakla berâber, hedefleri cesedin çürümesine mâni olmaktır) isbât etmiştik. (Yeni Söz, 26.1-3.2.2019/129-137) Mes’eleyi tafsîlâtıyle müzâkere ettikden sonra vardığımız netîce şuydu:

Gasledilmemiş, kefenlenmemiş cesed, “modern usûlle tahnît edilmiştir” (embaumement). Damarlara ilâc (bakteri öldürücü kimyevî bir mahlûl -formaldehid <Frz. formaldéhyde, v.s.-) zerkedildikden sonra, yüz nâhiyesine ve muhtemelen cesedin başka kısımlarına ilâclı pamuk parçaları konmuş, cesed bütünüyle sargı beziyle (“gazlı bantlarla”) sarmalanmıştır. Bu “pamuk kitlelerinden” ve “gazlı bantlardan” sonra, bütün cesed, yine muhtemelen ilâclı olan kırmızımtrak kahverengi bir muşambayle sarılmıştır. Bu kitle de tamâmen ilâclı ince talaşla kaplanarak kurşun bir tâbut içine kapatılmış, kurşun tâbut, havası boşaltıldıktan sonra lehimlenmiştir. Nihâî olarak, kurşun tâbut, gül ağacından îmâl edilmiş bir başka tâbutun içine yerleştirilmiştir. (Yeni Söz, 31.1.2019/134)

Yine Mutlu’nun şahâdetine nazaran, mumyalı veyâ tahnîtli cesed, 1953 senesine, hiç çürümeden, ilk hâliyle ulaşmıştır. Onun ifâdesiyle:

“Bu çok mükemmel bir tahnitti. Bunu böylece, olduğu gibi bir yere koysanız, binlerce sene bozulmadan durur!”