Soyak’ın dîğer bir kuyruklu yalanı ise, Hind Müslümanlarının pek büyük yardım meblâğını, onun “şahsına” göndermiş olmalarıdır… Bunu öyle bir edâyla söylüyor ki sanki kendileri sefâlet içinde sürünen ve yarı aç, yarı tok yaşıyan o garîbân Hind Müslümanları, emsâli zor görülür bir fedâk̃ârlıkla topladıkları bu meblâğı, Mustafa Kemâl’e, “başlattığı mücâdeleyi” takdîren bir mükâfât, bir hediye olarak göndermişler! (Nitekim fanatik Kemalist İnternet Sitesi isteataturk.com da bu iddiâdadır: “Hindistan Müslümanlarının Gazi Mustafa Kemal’e hediye ettikleri 600 bin altın lira”… -https://isteataturk.com/g/icerik/Turkiye-Is-Bankasi/733; 25.9.2018-) Soyak’ın, “açtığı çetin mücadeleye yardım maksadıyla Hindistan’dan şahsına…” ifâdesiyle söze başlaması, vâkıaya bu havayı vermek içindir. “Şahsına” tâbiriyle bir kelime oyunu yaparak bu lâfzı, “şahsı için” der gibi kullanıyor… Hind Müslümanları, yardımlarını, o zamân Müslümanların affedilmez bir gafletle Millî Mücâdeleye Başkumandan tâyîn ettikleri “şahsa” değil de kime emânet edeceklerdi? Herhâlde o zâttan beklenen, Hind Müslümanlarının, kendisine, Dîn kardeşlerinin Anadolu cephesinde verdikleri “Millî İstiklâl Mücâdelesi”nde ihtiyâc mahâllerine harcanmak üzere gönderdikleri külliyetli meblâğı Hazîne’ye devretmesi veyâ TBMM’nin tâyîn edeceği şartlarda bu meblâğı İstiklâl Harbinin finansmanı için kullanmasıydı… Ne kadar şâyân-ı hayret, ne kadar esef edilecek bir hâldir ki insanlarımızın beşikden mezâra kadar beyinlerini yıkıyarak âdetâ idrâklerini dumûra uğratan gözbağcılık ustası Kemalist Propaganda, onları bu bedîhî hakîkati dahi idrâk edemiyecek hâle getirmiştir!
Soyak’ın beyânından da, Başkumandanın, Hind Müslümanlarının mâlî yardımını bütünüyle kendi mâmelekine dâhil ettiği anlaşılıyor. O derecede ki bu meblâğdan Hük̃ûmete l̃utfen borç veriyor ve Hük̃ûmet, Başkumandanın bu l̃utfu sâyesinde “Yunanlıların kaçarken yakıp yıktıkları savaş alanında aç ve açıkta kalan zavallılara yardım” ediyor… Para tamâmen kendisine âid olduğu için de, İcrâ Vekîlleri Hey’eti, “Zaferden sonra, 380 küsûr bin liralık” borcu sâhibine iâde ediyor…
İş Bankasının müessis sermâyedârı
Sene 1924: Sâdece Türkiye Müslümanlarının değil, neredeyse bütün Dünyâ Müslümanlarının desteği, büyük ferâgat, fedâk̃ârlık, azim ve kahramanlığı sâyesinde artık askerî zafer kazanılmış, Siyonist Emperyalizminin başlıca müttefîk̆lerinden İngiltere ile Fransa’nın maşa olarak kullanmak sûretiyle üzerimize vahşîce saldırttıkları Yunan Ordusu ve yerli Rum işbirlikcileri mağl̃ûb olmuş, Türklere Anadolu ve Rumeli’ni vatan yapmış Osmanlı Hâkanları kovulmuş, “Tek Adam” ik̆tidârın dizginlerini eline geçirmiştir ve Rejimin Sâhibinin tasarrufunda, -Soyak’ın beyânına göre- beş-altı yüz bin liralık bir nak̆id bulunmaktadır. (Aslında, Hind Müslümanlarından gelen yardım mebl̃ağı, biraz aşağıda dökümünü vereceğimiz vechiyle, çok daha fazladır. Bâzı araştırmacıların tesbîtine nazaran, Hind Müslümanlarının yardımlarına dünyânın başka mıntıkalarından Müslümanların –yine Başkumandanın “şahsına”- gönderdikleri nakdî yardımların yekûnu, bir milyon TL’yi aşmaktaydı…)
Şimdi bu büyük sermâyeyi ne yapacaktır? Âile an’anesi ve içinde yetiştiği şehir ona yol gösterecek, tipik bir Selânikli sermâyedâr gibi davranarak hem bankacı olacak, hem de mâden, fabrika, çiftlik işletecek ve pek çok emlâk̃ sâhibi olacaktır… Türkiye’nin bir numaralı bankası olan İş Bankası böyle doğacak, listesi bile sayfalar tutan mâdenler, arâzîler, çiftlikler, muhtelif emlâk̃ bu sâyede alınacak, pulluk, bira, şarap, v.s. fabrikaları, çiftlik mahsûllerinin satış mağazaları bu sermâyeyle kurulacaktır…

22 Ekim 1929’da İş Bankası’nı ziyâreti esnâsında… Solunda Celâl Bayar, sağında (10 Şubat 1935’de, İstanbul Çengelköyü’nde, cürm-ü meşhûd hâlinde cinâyetten yakalandığı hâlde, 33 dereceli Mason Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın aklî muvâzenesizlik raporu vererek mahk̃ûmiyetten kurtardığı, bu vâkıaya rağmen “Tek Adam” tarafından Sinob Meb’ûsu tâyîn edilen ve 1923’ten 1939’a kadar dört devre Sinob Meb’ûsluğu yapan) Recep Zühtü Soyak… (Mustafa Kemâl’in birçok yârânı gibi muhtemelen Sabataî olan Manastırlı Recep Zühtü -1893/1963- hakkında Hasret Yıldırım’ın Yeni Söz’ün 10 ve 11 Haziran 2017 târihli nüshalarında intişâr eden makâlesi gâyet aydınlatıcıdır.) Mustafa Kemâl’in –Recep Zühtü’den mâadâ, Mahmut Soydan, Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker, Cevat Abbas gibi- birçok mûtemed adamı İş Bankası kadrosuna dâhildi… (Bu son husûs için bkz. Ömer Asan, “İş Bankası Kurucu ve Hissedarlarını Açıklıyoruz”, 17.9.2018; https://gazeteistanbul.com/is-bankasi-kurucu-ve-hissedarlarini-acikliyoruz/; 25.9.2018.)
***
İş Bankası’nın İnternet Sayfasında Kemalist Uydurma Dille kaleme alınmış îzâhâta nazaran, bu banka, doğrudan “Tek Adam”ın teşebbüsüyle vücûd bulmuştur:
“Atatürk'ün baldızı Vecihe Hanım, bir banka kurulması fikrinin nasıl doğduğunu bakın nasıl aktarıyor:
‘Atatürk İzmir'deki evimizin selamlık kısmında özel odasında çalışırdı. Bakanlarla Atatürk sık sık çalışma odasında görüşürdü. Celal (Bayar) Bey de sık çağırdığı bakanlarındandı. Gene böyle bir gün, Celal Bey önce Atatürk ile, onun çalışma odasında görüştü, sonra da bizim yanımıza geldi. Biz, Latife ablam, ben ve babam selamlık bölümünde oturuyorduk. Bu sözünü ettiğim bina şimdi Özel Türk Koleji olarak faaliyette bulunmaktadır... Evet, bu binada babam ile Celal Bey arasında Atatürk'ün 250 bin lirasının nasıl değerlendirilmesi gerektiği üzerinde konuşuldu. Babam ihracat ve ithalatın yabancılar tarafından yapıldığını hatırlatarak bu işleri yapacak bir Türk şirketinin kurdurulmasını önerdi. Celal Bey de bankacılık işlerinin de yabancılar elinde olduğunu hatırlatarak, bir banka kurulmasının yararlı olacağını söyledi. Sonunda da görüş birliğine vardılar. Bugün gibi aklımda, güzel bir akşamüstü idi. Daha sonra Atatürk de çalışma odasından çıkıp yanımıza geldi.’ […]
“(Cemal Kutay, Celal Bayar’ın ağzından aktarıyor:) ‘Ertesi günü Çankaya'da kayınpederi Muammer Bey'in yanında Celal Bey'e bir isim üzerinde arzusunu soruyor ve cevap beklemeden şöyle diyor: 'Siz bu kurulacak banka ile bakir sahalarda faaliyet gösterecek, iş yapacaksınız. O halde her şeyi ile Türk olacak bu bankaya Türkiye İş Bankası ismine ne dersiniz?' […]
“Cumhuriyet döneminin ilk ulusal bankası olan İş Bankası, Atatürk'ün direktifleriyle İzmir Birinci İktisat Kongresi'nde alınan kararlar doğrultusunda 26 Ağustos 1924 tarihinde kuruldu. İş Bankası ilk Genel Müdürü Celal Bayar'ın liderliğinde iki şube ve 37 personel ile hizmete başladı. Nominal sermayesi 1 milyon TL'ydi. Bu sermayenin fiilen ödenen (ve Bankamızın inşasının temel harcı niteliğinde olan) 250 bin TL'lik bölümü ise bizzat Atatürk tarafından karşılanmıştı.” (https://www.isbank.com.tr/TR/hakkimizda/bizi-taniyin/tarihimiz/o-gunlerden-bugunlere/Sayfalar/o-gunlerden-bugunlere.aspx; 19.9.2018)
Memleketin en büyük patronu
“Tek Adam”, İş Bankası’nı Celâl Bayar’a böyle têsîs ettirmiş ve Banka, sağlığında, hep kendisinin murâkabesi altında kalmıştı. 1932 Eyl̃ûl̃ünde bu mûtemedini İk̆tisâd Vekîli, 1937’de de Başvekîl tâyîn edecekdir.
Nasıl muazzam bir servet toplıyarak Memleketin en büyük patronu hâline geldiği hakkında, bütün saptırıcı têvîllerine rağmen, yine pek mühim bir mêhaz, Vekîlharcıdır:
“…Elindeki paranın 250.000 lirasını temel sermaye olarak bu işe [bir banka têsîsi işine] tahsis etti ve ayrıca toplanan sermayenin katılması ile [bir milyon TL sermâyeli] şimdiki büyük ve itibarlı malî müessesemiz, Türkiye İş Bankası vücut buldu. Bilindiği gibi bu bankanın ilk Genel Müdürü Celâl Bayar’dı… […]
“Atatürk, yardım parasının elinde kalan kısmı ile de ziraat sahasında çalışmayı muvafık görmüştü. Kendisi, çocukluğundan beri kır ve çiftlik hayatından çok hoşlanırdı; aynı zamanda bu saha, nüfusun büyük çoğunluğunun yaşayıp çalıştığı ve memleket ekonomisinin umumiyet itibariyle dayandığı saha idi.
“Birbiri ardından, Ankara civarında Orman Çiftliğini teşkil eden vâsi araziyi, Silifke yakınında Tekir ve Şövalye, Tarsus’ta Piloğlu çiftliklerini, Dörtyol’da Karabasamak Çiftliği ile büyük bir portakal bahçesini ve Yalova’da Baltacı ve Millet çiftliklerini, parça parça sahiplerinden veya metrûk mallar idaresinden satın alarak işe koyuldu.
“Arada şunu da belirtmeliyim ki, o zaman arazi çok ucuz, paramız da o nispette kıymetli idi; bütün bu arazi için ödenen para miktarı 100-120 bin lirayı geçmiyordu.
“Gaye; iklim ve mahsul itibariyle birbirinden farklı bulunan bu bölgelerde serbestçe çalışan nümune çiftlikleri vücuda getirmek ve bir yandan çeşitli tecrübeler yaparken, bir yandan da civar köylere örnek ve rehber olmaktı.
“Bu müesseselerde, yeni Türkiye’nin bir numaralı çiftçisinin direktifleri ve daimî nezareti altında [başta] rahmetli arkadaşım Tahsin Coşkan olmak üzere, ekserisi genç, enerjik, feragat ve ideal sahibi ziraatçilerimiz tarafından cidden takdir ve iftihara lâyık, büyük gayretler sarf olunarak, memleket için çok faydalı başarılar elde edilmişti.
“Bilhassa, Ankara’nın başlıca giriş kapısında bulunan Orman Çiftliğinde yeni usûl ve geniş makineli ziraatle beraber, ziraat sanatlarının hemen hemen her çeşidi için mükemmel çalışma yerleri; pastörize süt, tereyağı, yoğurt ve peynir imalâthaneleri, pulluk ve bira fabrikaları, sebze ve meyva bahçeleri, bağlar, halkın istifadesine açılan büyük parklar, Marmara ve Karadeniz havuzları gibi, hem sulamaya, hem de su sporları yapmaya elverişli geniş havuzlar tesis edilmişti.
“Ankara Belediyesinin teşviki ile, şehirde birkaç satış mağazası da açılmıştı. Bu mağazalar, çiftlikte çıkan karışıksız mahsul ve mamulleri çok ucuz fiyatlarla satıyor, bu suretle kendi piyasasında esaslı bir nâzım rolü ifa ediyordu; Yalova’daki Millet ve Baltacı çiftlikleri kurulduktan sonra, İstanbul’da da iki satış mağazası açılmıştı.” (Soyak 1973: II/684-685)