Duâ ve tevekkülün hak̆îk̆î mâhiyeti

Şu husûsa da çok dikkat etmek lâzımdır ki Dirâyetci Müslümanlığın en hâs bir temsîlcisi olan Mehmed Âkif’te, duâ, derhâl İlâhî yardımı celbeden, dilenen şeyin gerçekleşmesini sağlıyan -âdetâ- bir sihirli formül değildir. Duâ, bir işi başarmak için, gönülden Kâinâtın Rabb’ine yönelerek, O’na olan Îmânından kuvvet alarak, bu sûretle O’nun Rızâsını kazanacağını ümîd ederek canla başla çalışma, gayret gösterme fermânıdır, bu inanc ve azmin ifâdesidir. Hâlbuki Müslümanların büyük ekseriyeti, sâdece duâ etmekle, o “duânın kuvvetiyle” dileklerinin tahakkuk edeceğini, kendisinin, Sünnetullâh’a uygun şekilde, esbâba tevessül ederek, azimle, canla başla gayret etmesine lüzûm olmadığını zannetmektedir. Rahmetli, Fâtih Kürsüsünde isimli Yedinci Safahât’ında, Müslümanların bu hâlini şiddetle hicveder ve hakîkî “tevekkül”ün (dolayısıyle “duâ”nın) ne olduğunu îzâh eder:

“Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!”

“ ‘Çalış!’ dedikce Şerîat, çalışmadın, durdun; / Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun! / Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya, / Zavallı Dîni çevirdin onunla maskaraya! / Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden, / Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken! [“Ecîr-i hâsın”: sâdece sana çalışan ücretlin, hizmetkârın.] / Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini; / Birer birer oku tekmîl edince defterini… / ‘Bütün o işleri Rabb’im görür; vazîfesidir!’ / Yükün hafîfledi… Sen şimdi doğru kahveye gir! / […] Biraz da saygi gerekdir… Ne saygısızlık bu! / Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ! / Utanmadan da ‘tevekkül’ diyor bu cür’ete, ha! / […] Bütün Evâmire îlân-ı harb eden şu sefîh, / Mükellefiyeti Allâh’a eyliyor tevcîh! / Görür de hâlini insan, fakat, bu derbederin, / Nasıl günâhına girmez tevekkülün, kaderin? / Sarılmadan en ufak bir işinde esbâba, / Muvaffak̆iyyete imkân bulur musun acabâ? / Hamâkatin aşıyor hadd-i îtidâli, yeter! / Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster! / ‘Kader’ senin dediğin yolda Şer’a bühtândır; / Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrândır! / Kader ferâiz-i Îmâna dâhil… Âmennâ! / Fakat yok onda senin sapmış olduğun mânâ! / Kader: Şerâiti mevcûd olup da meydanda, / Zuhûra gelmesidir mümkinâtın ayânda! / Niçin, nasıl geliyormuş? O büsbütün mechûl! / Biz ihtiyârımızın sûretindeniz mes’ûl! / Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh! / Senin vazîfen, itâat, ne emrederse İlâh!”

Bu vâkıayı, yânî duâlara sığınıp yerimizde oturarak değil, kezâ münferid çabayle de değil, ancak teşkîlatlı, inzibâtlı bir hâlde topyekûn seferber olarak (istiklâlimizi elde etmek dâhil) büyük işler başarabileceğimizi, en iyi, onun Mev’izeler’inde ve bunlardan birine girizgâh yaptığı “Ey Müslüman!” (Safahât’ta “Alınlar Terlemeli!”) başlıklı şiirinde gözlüyoruz.

Mehmed Âkif’in Mev’izeleri

1913 senesinde, İstanbul’da, Bâyezid, Fâtih ve Süleymâniye Câmilerinde verdiği vaazlarda dahi aynı rûhu, aynı fikri müşâhede etmekle berâber, biz, burada, sâdece, İstiklâl Mücâdelesi esnâsında verdiği vaazlardan üçünü tesbîtimize mesned yapacağız. Gerek İstanbul’da, gerek Anadolu’da verdiği vaazların hepsinde de, Vâiz veyâ Hatîbin ihlâsı, Îmân heyecânı, zengin fikir dünyâsı, kuvvetli muhâkemesi ve belâgati hemen hissediliyor ve îkâzları insanın içine işliyor… (İşlemiyorsa, bir muhâsebe-i nefse ihtiyâcımız var demekdir!)

Mev’izelerin metinlerinde İsmail Hakkı Şengüler’in çalışmasına mürâcaat ediyoruz. İkinci kaynağımız, Avukat Zühtü Özalp’in hazırladığı kitabdır: Mehmed Âkif Ersoy. Kur’ân-ı Kerîm’den Âyetler -Meâl / Tefsîr, Ankara, Sevinç Matbaası, 1968, 14x20 cm, 240 s. Özalp’in kitabı, Ömer Rıza Doğrul’un 1944’te neşrettiği Kur’ân’dan Âyetler ve Nesirler ünvânlı eserin hemen hemen ikinci baskısı mâhiyetindedir. Özalp’in -Mehmed Âkif’in vârislerinin müsâadesini alarak- tekrâr neşre hazırladığı kitabda, Mev’izelerin târihleri, Şengüler’in kitabında ise, bunların intişâr ettiği Sebîlürreşâd nüshalarının târihleri bulunuyor. Biz, burada, Mev’ize târihlerini esâs alıyoruz.

Mehmed Âkif’in Mev’izeler’i, Müslümanların başlattığı, uğrunda, sâdece Anadolu Müslümanlarının değil, Fas’tan Hindistan’a ve daha ötelerine kadar bütün Müslümanların seferber olduğu, kazanılması için hiçbir fedâkârlıktan çekinmediği İstiklâl Harbi’nin -büyük bir Îmân şuûr ve heyecânıyle şekillenmiş- hakîkî rûhuna nüfûz etmek için herhâlde birinci kaynaktır. O rûha nüfûz ettikce, netîcede Mukaddes Harb’i Müslümanlara karşı bir “İhtilâl Harbi”ne çeviren Münâfık Zümresinin ona ne derece ihânet ettiği de daha iyi anlaşılıyor…

Târihî Türkcemizin pek güzel nümûnelerini teşkîl eden Mev’izeler, “İstiklâl Rûhu”na nüfûz edip ondan ilhâm ve kuvvet almak için olduğu gibi, Sahîh Türkcenin tadına varmak için de dönüp dönüp okunacak muhteşem metinlerdir.

6 Şubat 1920: Karesi’de Zağanos Paşa Câmii’ndeki Mev’izesi

Rahmetli Mehmed Âkif'in, 6 Şubat 1920’de, Karesi (Balıkesir)’in Zağanos Paşa Câmii’nde verdiği vaaz, Ömer Rıza Doğrul’un (24 Şubat 1921 târihli Sebîlürreşâd’da neşredilen bir mektubdan naklen) verdiği biligiye nazaran (1944: 193), pek kalabalık bir cemâat tarafından dinlenmiştir:

“O gün bütün memleket halkı Zağanos Paşa Câmii’ne koşmuştu; Câmi kalabalığı almamış, dışarlara hasırlar serilmişti… Üstâd’ın Mev’izesi, galeyânlı rûhları bir o kadar cûşa getirmişti!” (Özalp 1968: 167)

Rehmetli, bu Mev’ize’sine, hem esâretten kurtuluş, hem de ilmî-iktisâdî kalkınma için teşkîlâtlanmayı, teşkîlâtlı faâliyet göstermeyi, teşkîlât yapısı içinde topyekûn seferber olmayı telk̆în eden “Ey Müslüman!” (veyâ “Alınlar Terlemeli!”) başlıklı şiirini okuyarak başlıyor ve sonrasında da aynı fikri işliyor: Zafer, ancak Müslümanların büyük bir Îmân heyecânı içinde topyekûn seferber olmasıyle mümkün olacaktır…

Burada da, sonraki mev’izelerinde de, kat’iyen bir şahsın liderliğinden, onun etrâfında toplanmaktan, zaferin böyle bir “halâskâr” sâyesinde elde edileceğinden bahsetmiyor. Vaazının başında okuduğu kendi şiirinde bu mâhiyetteki birkaç mısrâ şöyledir: