Arif Nihat Asya, Fetih Marşı’nda gençlere seslenir, “Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın? Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!” Bu yıl 3 milyonu uzaktan ve açık öğretimde olmak üzere 8 milyon üniversite öğrencimiz var. Peki biz bu gençlerin derdiyle yeterince dertlenebiliyor muyuz? Onların karnını, aklını ve ruhunu doyurabiliyor muyuz?
Geçtiğimiz hafta Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ikinci sınıf öğrencisi Sena Düzgün intihar etti. Hafızdı. Kendisini bir ağaca astı. Bu intihar ağır bir depresyonun sonucuydu. Bazı şeylerin farkındaydı, çevresinden yardım istedi, alamadı. Üstelik bir sosyal medya içerik üreticisiydi. Lakabı “Peçeli kız”dı. 17 bin takipçisi vardı. Sena, intiharını da kaydetti.
Sultan II. Mehmed, ikinci kez tahta geçtiğinde İstanbul’un fethi için hazırlıklara başladı. Rumeli Hisarı’nı yaptırdı, dev şahi topları döktürdü, gemileri karadan yürüttü. O, tedbirini almış, hedefine ulaşmak için dersine iyi çalışmıştı. İslam dünyasının dört bir yanından fethe katılmak ve tanıklık etmek isteyenleri davet etti ve kutlu fethi yaşadı, yaşattı, ‘Fatih’ oldu.
***
Sena intihar etmek için orijinal bir yer seçmişti: Onkoloji Hastanesi’nin bahçesini. Daha önce iki kez intiharı denemiş, başaramamıştı. Bu denelerden sonra tedavi görmesi gerekmez miydi? Ailesi veya üniversite yönetimi ona destek olamaz mıydı? İş işten geçtikten sonra dışarıdan gazel okumak kolay diyebilirsiniz. Ama Sena’ın psikolojik desteğe ihtiyacı vardı.
Dicle Üniversitesi Rektörü bir mesaj yayınlayıp “Üniversitemizin İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinden Nur Sena Düzgün vefat etmiştir” diyerek ailesine başsağlığı diledi. Sayın Rektör, Nur Sena ile ölümünde bile yüzleşemedi. İntihar etti diyemedi. Halbuki yönetici öğrencilerin babası sayılırdı? Sağlığında Dicle kıyısındaki kuzulara sahip çıkabilmeliydi.
Darülaceze kitabını hazırlarken İstanbul’da bir üniversite yöneticisi ile tanışmıştım. Rektör yardımcısıydı. Rektör olmak için uğramadığı vakıf, ulaşmadığı karar verici kalmamıştı. Sonunda Cumhurbaşkanı onu Anadolu’da bir üniversiteye Rektör olarak atadı. Rektör olmadan bir sosyal medya yayını teklif etmiştim. İlk cümlesi, “Kaç para vereceksiniz?” oldu!
***
Başbakanlık muhabiri olarak çalışırken Recep Tayyip Erdoğan’ın çalışmalarına yakından şahit oldum. Rüşveti sevmez, rüşvet alıp verenleri tespit ettiği an onlara hayatı dar ederdi. Allah rızası için çalışmayı kendisine şiar edinmişti. Peki üniversitelerimizi yönetenler böyle mi? Şöhret, para ve makam için mi çalışıyorlar, yoksa gençlere babalık yapabiliyorlar mı?
İstanbul’da “Uluslararası Aile Sempozyumu” yapıldı. Ben de katılıp konuşmaları dinledim. 26 ülkeden üst düzey misafirler katıldı. Erdoğan da ikinci gün katılıp, Türkiye’nin nüfus artış hızının düştüğünü belirterek bunu artırmak gerektiğini anlattı. Nüfus artışı gerçekten önemli, ama doğurduğumuz çocukları yeterince sağlıklı büyütebiliyor muyuz?
Genç Aile Bakanımıza çok iş düşüyor. Ama bence bir devlet politikası olarak dizi ve filmlerden başlasak iyi olur. Evlenmeyen, işinde başarılı bekar kadınları baş tacı yapmak yerine; evli ve çok çocuklu, işini de hakkıyla yapan kadınları öne çıkarmak öncelikleri olmalı. Arif Nihat Asya’nın dediği gibi: Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın; Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!