0
"Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız."(Bakara, 195)
Yüce Kitabımızı, manası nispetinde okumaya en çok ihtiyaç duyduğumuz bir demdeyiz. Her bir ayetin mana ve muhtevası tefekkür edildiğinde, sanki dün gece inmişçesine günümüze ışık tuttuğunu görürsünüz. Zaten yaşadığımız yüzyılın denklemini ancak Kuran ile çözebiliriz. Tarihte de aynen böyle olmamış mıydı? Kuran ile hem hal olduğumuz dönemlerde yükselişe geçtiğimiz, uzaklaştığımızda da tam tersi şekilde gerilediğimiz bir vaka idi. Kalkınma, refah, adalet, huzur, eğitim, ilimi çalışmalar ve buluşlar daima bahsettiğimiz kıstasa göre şekillenmişti.
Bu çerçevede değerlendirildiğinde yukarıdaki ayet tamda içerisinde bulunduğumuz durumu yansıtıyordu. İlk okunuştaki manası sizi yanıltmamalı. Çünkü bir ayetin iniş sebebini ve muhtevasını bilmeden doğru hüküm vermek neredeyse imkansızdır.
İstanbul'un ilk fetih denemesiydi. Hz. Ebû Eyyûb (ra.) komutasındaki İslam orduları İstanbul'un kapılarını zorluyordu. Sonra surların dirayeti ve verilen kayıplar neticesinde bazı askerler bu ayeti öne sürerek fetihten vazgeçmek istediler. Fakat Hz. Ebû Eyyûb (ra.) Ayettin indiğinde Rasullullah'ın yanında olduğunu ve nazil olma sebebinin bu olmadığını haykırarak buna engel oluyordu. Oysa bu ayet Asrı Saadette savaşlardan sonra rehavete kapılıp mücadeleyi bırakanlar için inmişti. "Tehlike" ibaresinden kasıt da "Hak davayı unutup işiyle gücüyle meşgul olmak" şeklinde açıklanmıştı.
Yine aynı çizgide "Allah'ın nurunu ağızlarıyla (boş ve mesnetsiz söylemleriyle) söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler hoşlanmasa da Allah, nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez."(Tevbe 32) ayeti de muhakkak bizde bir şeyleri çağrıştırmıştır. İrtica, diktatör, muta nikahı, "Teröre destek veren ülke", soykırım, ayakkabı kutusu, para sayma makinesi gibi bazılarının sürekli dillendirdiği sözcükleri mesela. Algı ile yaftalayan "Çamur at izi kalsın" hikayesinden başka bir şey değildi bu. En üzücüsü de bu operasyona alet olanların bir kısmının kendilerini dindar addetmesiydi.
Bu manada günümüzü analiz ettiğimizde "Fitnenin" altın çağını yaşadığı açıkça görülüyordu. Çevremiz söylemleri ile yaşamları uyuşmayan zevat ile doluydu. Yalan ile İmanın aynı kalpte bulunmayacağına aldırmıyor gibiydik. Herkes olayları kendine göre evirme derdine düşmüştü maalesef. Yani inandığı gibi yaşamaktan ziyade yaşadığı gibi inanmaya başlamıştık. Hatayı kabullenmiyor ve her şeye mahirce kılıf uydurabiliyorduk. Ufacık menfaatleri amaç ediniyor, gözlerimizi bürüyen hırs ile yaratılış gayemizle çelişiyorduk. Kimisi "Yeni Dünya Düzeninin" büyüsüne kapılmış kazanımları uğruna bu yolu tercih ederken, bir kısım ise sinsi emelleri uğruna yalanı şiar edinmişti. Kanaat göstermek, elindekiyle yetinmek, kıymet bilmek vb. gibi değerlerden en küçüğünden en büyüğüne kadar yabancılaşmıştık. Aslında bu Yüce Kitabımızdan ne denli uzaklaştığımızın da bir göstergesiydi.
Bize ne oluyordu? Yoksa Emperyalizmin kulağımıza fısıldadığı ninninin ahengiyle uyuyor muyduk? Bir cihette evet. Diğer cihette ise özümüzü kaybetmiş, politize olmuştuk. İşte bu sekülerleşmenin kapısını aralayan bir realiteydi. Kısacası aşırı dünyevileşme sürecine girmiştik. Bir anda hayatımızı asgari ücret ve emekli maaşı gibi ekonomik göstergelere endeksleyen ve sadece cebini düşünen megalomanlara dönüşmüştük. Toplumsal olduğu kadar insani görevlerimizi bile yerine getirmiyorduk. Neredeyse dava bilincini kaybetmiştik. Sorumluluklarımızı partilerin üzerine atarak kendimizi tatmin ediyorduk. Lakin menfaatimize dokunan en ufak hatalarında, onları acımasızca cezalandırmaktan da geri kalmıyorduk. Her şeyin içerisindeymiş gibi görünüp aslında dışında kalmak ne kadar doğruydu ki? Peki malayani işlerle meşgul olmak ve başkalarının hataları peşinde koşturmak? "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz" sırrını ne de çabuk unutturmuştuk öyle değil mi?
Evet dostlarım. İnanın veya inanmayın Irak, Suriye, Gazze, Doğu Türkistan, Bosna, Tunus, Mısır, Afrika ve birçok mazlum coğrafya sizlere umut bağlamış durumda. Sizler Alemlerin Rabbinin "Ey İman edenler" diyerek muhatap aldığı bahtiyarlarsınız. Sizler Hz. Peygamberin ahir zamandaki "kardeşlerim" diye özlediklerisiniz. Sizler güzel ahlakı tamamlamak için indirilen bir Nebinin ümmetisiniz. Sizler Peygamberlerin bile ümmet olmak istediği bir Peygamberin yetimisiniz. Sizler Osman Gazilerin, Fatihlerin, Yavuzların neslisiniz. Sizler Yunus Emrelerin, Mevlana Celalettinlerin, Ziyaeddin Gümüşhanevilerin, Said Nursilerin bakiyesisiniz. Sizler Şerife Bacıların, Genç Osmanların, Süçcü İmamların torunusunuz. Artık kendinize gelin. Ayağa kalkma ve sömürülen değerlerinize sahip çıkma zamanı gelmiştir. Çünkü Devletimizin bekası, ikbal peşinde koşmaktan elzemdir. Unutmayın; güçlü olmanız Devletimizi yüceltecek ve mazlumları da güvende kılacaktır.
Mesele Sn. Erdoğan düşmanlığı altında vatanın bölünmesidir hala anlamadınız mı?