Büyük medeniyetimizin her dönemde sözcüleri vardır. İlimde, sanatta, edebiyatta, kültürde bu temsilin tezahürlerini görüyoruz. Pazar günü Yeni Dünya Vakfı’nda düzenlenen “Eyüpsultan’ın Ebedî Sakinleri” toplantımızda dünya çapında meşhur Türkologumuz Şinasi Tekin’i vefatının 21. yılında andık. Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin Hocamız ve dostlarla birlikte önce Edirnekapı Şehitliği’ne gittik. İlim adamımızı, kabri başında rahmetle yâd ettik. Sonra salonda Mustafa Hocayı hayranlıkla dinledik. Tekin’in tek başına yaptığı çalışmalar, yazdığı makaleler ve kaleme aldığı eserler, bizi hayretlere sürükledi.
Bugün de çok kıymetli hocalarımız vardır. Onlar bizi fikirleri ve eserleriyle besler. Üstün gayretleri, ulu idealleri ve olağanüstü çabalarıyla hepimize örnek olurlar. Bu mümtaz hocalardan biri Prof. Dr. Sadık Kemal Tural’dır. Sadık Hoca sadece bir edebiyat hocası değil bir mütefekkirdir aynı zamanda. Düşünceleri, teklifleri ve problemlere getirdiği çözümlerle bizi aydınlatır, kafalardaki istifhamları giderir. Seçkin eserleri arasında Edebiyat Bilimine Katkılar, Şiir İkliminde Birkaç Saat, Sorulara Cevaplar, Edebiyat Bilimine Katkılar, Şahsiyetler ve Eserler de bulunuyor.
Bugünlerde Hocamızın Tarihten Destana Akan Duyarlılık isimli eserini (Türksoy Yay.) okuyorum. Ele aldığı kavramları izah ederken göz ve gönül fenerini kullanan ve müşkülleri kolaylaştırıp önümüze seren Hocamızın eserindeki bölüm başlıkları: “Geçmiş Ortak Hâfızamızdır”, “Bilincin Söze Emanet Edilmesi”, “Kültürümüzün Eski Coğrafyası, Eski Kaynakları”, “Yol Gösteren Atalardan Biri: Korkut Ata”. Hakikatlerin peşine düşen müellifimiz, tecessüsüyle elde ettiği gerçekleri okuyucunun zihnine ve kalbine de yerleştirir.
Sadık Hoca’nın bir ayağı Türkiye’dedir, diğer ayağıyla mihmandarlık yapar ve bizi bütün Türkistan coğrafyasında seyahate çıkarır. Hikâyeleriyle bize rehberlik eden Korkut Ata’nın birleştirici rolünü hatırlatarak onun “Bu yurtlarda, bu topraklarda birbirinizle barış içinde, komşularınızla barış içinde, bağımsızca ve esenlik içinde ömür sürün.” sözlerini içimize nakşeder. Temel eserlerimiz, klasiklerimiz sık sık hatırlatılırken gençlerimizin özgüven duymalarını sağlar. Onların toprağa daha sağlam şekilde basmalarını arzu eder.
Dinî metinlerin insanımızın ruhunu yoğurduğu belirtilir ve Kur’an-ı Kerim’de geçen “kıssa”ların önemine dikkat çekilirken, “Kıssalar, tarihin en eski devrinden bugüne doğru ulaşan zaman içinde insanlığın geçirdiği macerayı doğru anlamamıza yardım etmektedir.” deniliyor. Ona göre, “Kıssalar, tarihin en eski devrinden bugüne doğru ulaşan zaman içinde insanlığın geçirdiği macerayı doğru anlamamamıza yardım etmektedir.” Bir de “Kahraman”ın tarifine bakın: “Kahraman, Allah’a imanını, özünü biçimlendirmeyi, doğrular adına yapılması gereken savaşı, bilinç seviyesine çıkarmış insan… Allah doğrudur, doğruyu sever ve doğruluğun yaşaması yönünde can verenlerin bütün günahlarını bağışlar.” Toprak, vatan ve kahraman üçlüsü mükemmel biçimde tanımlanıyor: “Toprak, ataların vücutlarının tozlaşıp, yağmur yağdıkça da bitkileri canlandıran, bizi barındırıp besleyen, ortak bir coğrafyaya dönüşünce, vatanlaşan yüce madde… Resûlullâh’ın hadisi büyük işâret: ‘Vatan sevgisi imandandır!’ Kahraman, vatan sevgisinde yarışandır, gerektiğinde vatan düşmanlarına karşı çıkandır.” Aslında toplumu uyaran/uyandıran mütefekkir yazarlar da birer kahraman sayılmaz mı? Tıpkı şu tarifteki gibi: “Kahraman, bilinçleri arıtandır, özlenendir, özlemle yolu gözlenendir Dün de, bugün de…”
Türk dünyasının ortak değerleri ile İslam inancının kazandırdığı kıymetleri bir kuyumcu titizliğiyle işleyen Sadık Hoca, bereketli olmasını dilediğim hayırlı ömrünü milletimize, gençliğimize ve ilim âlemine cömertçe hasretmiştir. Bir mühim tespit: “Edebiyattan sayılan eserler, insanın insanla, diğer varlıklarla ve Rab ile ilişkilerine bağlı duyarlılığı anlatma ihtiyacına aracılık eden bütünlüklerdir.” Tarih ile edebiyat arasındaki köklü bağa, mutlak akrabalığa sıkça temas edilir.
Keşke bütün kelime ve kavramları Sadık Hocamın güzel bakışı ve mantıklı yorumuyla okuyabilsek. “Şefkat kahramanı” annelerimiz bakın nasıl tanımlanıyor: “İmanına, iffetine ve aklına karşı açılmış savaşlarda, adım adım kazandığı cephelerle, her kadın birer gerçek kahraman… Bebek iken, eli, gözü, dili olduğu yavrusunu her gününün ve her haftasının çilesiyle yoğrulan, şefkatin, merhametin, fedakârlığın anıtı olan anneler… Allah’ın, ataların, tarihin, toprağın, ruhunun istediği çocuğu –doğursun veya doğurmasın- yetiştiren anneler, kazandıkları zaferle birer kutsal kahraman…”
“Edebî eser”, “tarihî roman” ve yüzlerce kavramın izahı, ruh dünyamızın pek çok siması, abide şahsiyetler. Tarihî hadiseleri edebî eserle yorumlayanları uyaran Sadık Hocaya kulak verelim: “Konusunu tarihten alan tahkiyeli eserler (destan, menkabe, roman, hikâye) ile seyirlik sanatlar (sahne, perde sanatları, bale, opera, operet, gölge oyunu, kukla ve orta oyunu) tarihin gerçeğine aykırı düşemezler.”