Dolar (USD)
32.40
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2398.11
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

06 Eylül 2022

Günde Bir Saat

Sosyal medya. Hafızalara sığamayan görsel şölen… Her gün çoğalan ve istem dışı kapısından geçirildiğimiz gruplaşmalar, kendimizi herhangi bir yerine iliştirmeye çalıştığımız gruplar. Sıraya giren, bazen art arda gelerek insanı anlamsız bir sıkıntı içine sürükleyen telefonlar. Her biri bir şikâyetin temsilcisi; tepeden tırnağa buhran kişi, kişi ne kadar dertli... Tartışmalar dönüp baktığımızda kazananı olmayan, ilk mağlubu zaman. İnsan fıtratına muhalif bir fırtına içinde her yanımız hazan.

Maziye yolculukla avunan sermest bir devranda kendimize hibe edebileceğimiz bir saate ihtiyacımız var. Hüzünlüyse de bizi huzurun kıyısına bırakacak, hazzına ulaşabilmek adına hızıyla yarışma yanılgısına düştüğümüz fasıldan uzaklaştıracak bir uzağa. Nasıl gidilir uzaklara? Dünya tayy-i zaman kabiliyetini kaybetmiş, insan tayy-i mekân felsefesini bütünüyle yitirmişken ve E. M. Cioran dâhi yeryüzünün, varılamayan hidayetler ve ayaklar altına alınmış sırlarla dolu olduğunu söylerken (Çürümenin Kitabı, s. 42) uzağa nasıl yaklaşılır? Bireyi kendinden dışarı çıkarırken kendine yaklaştıran ince bir mana geçidi var hâlen; “kelime”. Her ne kadar Necip Fazıl “kelimenin manayı boğan gömlek” olduğunu söylese de, manaya kelime ile varmaktan başka yol kalmadı şimdilerde… Görsek de göremesek de okuduğumuz her şeyi bizim kılan kelimelerin evreni orada. Ya okuyamadıklarımız? Yolu sanata varan binlerce şiir, yönü ilme bakan sayısız nesir; gözyaşını mürekkep kılan roman, hikâye, günlük ve mektup düşünceyi telaştan çıldırtacak bir varlık tasvir ediyor. O fikre yani dokunulmayı bekleyen yüzbinlerce tabiat, iklim, akış olduğu hissiyatına derinlemesine dalmak bile dehşete düşürücü. Anlamı içimizden taşan bir yetişme kaygısı... Zamanın kudreti, meraklısı olduğumuz çeşitliliği kucaklayabilir mi; insanın iradesi o çeşitliliğin zerresini? Telaşın ardına saklanan bu lirik gayretin sebebi dünyadaki tüm doymuşluklara rağmen okumanın sonsuz bir ırmağın ardına saklanmış olması. Oradaki arzu açlığı gideren değil, içtikçe kandırmayan, yudumladıkça susuz bırakan bir lezzet taşıyor. Bu, dünyanın boşluğuna bırakılmış insanın aşina olduğu bir duygu değil. Keşif sahibinin vecdi burada başlıyor.

Okumakkendimizi yeniden inşa etmek, her basamakta evreni farklı biçimlerde betimlemek… “Sözün uçuculuğu”na varlığını karıştırdığında yinelenen değil yenilenen bir ben’e yaklaşması insanın. Kayıp gitmesi mukadder zamanın çoğunlukla kaçması mukadder kelimelerini bünyeye hapsetmek okumanın anlamı...Zahiren suyun tenden akması, esansın bedenden çıkması, sesin göğe karışarak kaybolması… Oysa alınan vitaminin kana karışması da var, unutulacak olsa da duyulan bir ayetin ruha huzur ve sükûn vermesi de. Geçip giden mevsimlerin kitabelerde bâki kalması gibi deruna iliştirilen her yeni tümce. Seyyah hangi çılgın şairle, aykırı filozofla, kabına sığmayan yazarla ruh yakınlığı kurmak isterse okumanın mekânı orası… Hasret erbabı hangi asrın eşiğinde bulunmayıdüşlerse orası... Bu sebeple kitapların, başka bir yerde olmak isteyen, kargaşadan kaçmak isteyen insanlar için olduğunu söyler Mark Twain. Okumak insanın mağarası, en saklı limanı… Ne güzel damlatmış özündekini sözüne Cemil Meriç Bu Ülke’sinde; Kelime ormanda uyuyan dilber; şâir, uzaklardan gelen şehzade. Öyle seveceksin ki kelimeleri, sana yetecekler. (...) Kelimeler benim sudaki gölgem, okşayamam onları, öpemem. Bir davet olarak güzel kelime ve dualarda muhterem. Gönülden gönüle köprü, asırdan asıra merdiven. Kelime kendimi seyrettiğim dere. Kelime sonsuz, kelime adem.

Günde bir saat… İnsana bahşedilen üç goncanın tek yaprağı… Ruhu dinginleştirecek, özü mahzur kaldığı mahpusluktan çekip çıkaracak o bir saat başkalaşımın; değişimin menbaı. Suyun toprağı öpmesi, başın secde yerinde iz bırakması gibi bir senelik okumanın sonunda kendine dönüp baktığında bir önceki kişi değildir insan, bir önceki yerinde değildir. Bergson’un dediği gibi yakalayamazan an husule gelen dönüşümünü. Zira yandıran ama kandırmayan, yandırdığı ölçüde boşluğa açılan bir kuyudur ilim.

Okumak günde bir saat… Mabede girmek gibi… Secdelerle randevuya vakit geçmeden yetişmek gibi… Susadığını tüm azalarında hissedeceğini fark ederek suya gitmek gibi… Elbette Peyami Safa’nın “okumak her şeyden evvel, muharrirle kıyasıya bir mücadeleyi göze almak olmalıdır. Yoksa muharrir bizim idrakimizi ve vicdanımızı esir ederek uşak gibi kullanmaya başlar” ikazını hatırda tutarak…

Selam ile.