Geçenlerde, televizyon ve sosyal medyada sık sık gördüğümüz, akademik unvanı olan bir isim gündem oldu. Önce kameralar karşısına geçti ve “Bilimsel olarak Tanrı’nın varlığına rastlamadım” dedi. Aradan çok zaman geçmedi; rahatsızlanıp yatağa düşünce bir video mesaj paylaştı ve şöyle dedi: “İnşallah sağlığıma kavuşur kavuşmaz Azerbaycan’a geleceğim.”

Şimdi duralım ve sakin sakin düşünelim… Tanrı’ya inanmayan biri neden “İnşallah” der? Bir dil sürçmesi mi, yoksa derinlerde bir yerde saklı duran o inanç duygusu mu devreye giriyor?

Bence bu sadece bir kişinin gafı değil; modern ateizm tartışmalarının tam göbeğinde duran bir örnek. Çünkü ateizm, Tanrı’nın varlığını reddetme üzerine kurulu bir duruş. Genellikle bilimsel yöntemlere, materyalist dünya görüşüne yaslanıyor. Ama iş kriz anlarına geldiğinde — hastalık, ölüm, kayıp — dilimizdeki eski alışkanlıklar, hatta belki kalbimizin en kuytu köşesindeki duygular ortaya çıkabiliyor.

Aslında buna benzer örnekleri günlük hayatta da sıkça görürüz. Deprem sırasında inançsız olduğunu söyleyen birinin “Allah’ım yardım et” diye haykırması… Uçağın ani bir türbülansa girdiğinde yanındaki koltuğa tutunup “Aman Tanrım” diyen yolcu… Trafikte kaza tehlikesi atlattığında “Allah korudu” diyen ama normalde kendini ateist olarak tanımlayan tanıdıklarımız… Bunlar bize şunu gösteriyor: Zor anlarda akıl yürütmeden önce dilimiz, hatta belki yüreğimiz konuşuyor.

Bu olaya verilen tepkiler de epey farklıydı: Adına genel anlamda muhafazakâr denilen kesim, “İşte bakın, fıtrat dediğimiz şey bu. Zor anlarda insanın yaratılıştan gelen inanma ihtiyacı kendini gösteriyor” dedi. Ateist ve seküler çevreler ise “Bu samimiyetsizlik değil, sadece kültürel bir refleks. Türkiye’de ‘İnşallah’ demek o kadar yerleşmiş ki, inançsız biri bile otomatik olarak söyleyebilir” diye açıkladı. Akademik veya nötr bakanlar ise meseleyi “inanç–kültür–dil” üçgeni üzerinden değerlendirdi. Onlara göre, kriz anlarında bilinçaltına yerleşmiş kelimeler dilimize dökülebilir; bu da kişinin felsefi görüşünden vazgeçtiği anlamına gelmez.

Görünen o ki, bu tartışma sadece “İnşallah” kelimesiyle ilgili değil; insanın doğasıyla, alışkanlıklarıyla ve kriz anlarında neye sığındığıyla ilgili. Kimi için bu, ruhun derinlerinden gelen bir inanç; kimi içinse sadece dilden düşmeyen bir kültürel kalıp.

Böyle bir durumda hangi kelimeyi seçerdin? Kriz anında ağzından çıkan söz, gerçekten aklındaki fikir mi olur, yoksa kalbindeki duygu mu? Belki de bu anlar, insanın en filtresiz, en maskesiz hâlidir. Yıllarca üzerine inşa ettiğin fikirler, okuduğun kitaplar, katıldığın tartışmalar bir anda arka plana itilir ve içinden gelen en eski, en tanıdık kelime dudaklarından dökülür. Kimi zaman bu kelime bir dua olur, kimi zaman bir isyan cümlesi… Ama her hâlükârda, o anda seni ele verir. Çünkü zor anlar, zihnin değil, yüreğin refleksleriyle şekillenir. İşte bu yüzden, bazen tek bir kelime, yıllarca savunduğun düşüncelerden daha çok şey anlatır; hatta belki de seni, senin bile fark etmediğin yönlerinle yüzleştirir.

Hiç böyle bir an yaşadınız mı? Sözlerinizin değil, reflekslerinizin sizi ele verdiği, “Ben bunu nasıl söyledim?” diye şaşırdığınız bir an…