Bir zamanlar, dağların arasında saklı geniş bir çayır vardı. Bu çayırın sakinleri çoğunlukla ceylanlardı; ama sıradan, ürkek bir sürü değillerdi. Herkes haddini bilir, sınırını tanırdı. En güçlü olan bile gücünü sergileme ihtiyacı duymaz, en zayıf olan da varlığını savunmak için hileye başvurmazdı. Hayatları yavaş, dengeli ve sessiz bir şekilde akmaktaydı.

Kendi düzenleri, kendi gelenekleri, içlerinde kurdukları bir ahlak terazisi vardı. Bu işleyiş kuşaktan kuşağa aktarılır; yavrular büyüklerin gözetiminde büyür, öğrenmek aceleye getirilmezdi. Düzen kusursuz değildi belki, ama huzurluydu. Geceler sessiz, gündüzler emniyet içindeydi.

Bir gün, uzak ormanlardan kurtlar geldi. Ceylanların yaşam biçimini küçümsüyorlardı. İlk başta yumuşak konuştular: “Birlikte yaşayabiliriz” dediler. Ardından fısıltılar başladı: “Bu düzen eskidi, çağ değişti.”

Kurtlar güçlüydü. Pençeleri sert, sesleri gürdü. Zamanla çayırın sınırlarını zorladılar. Önce bekçileri değiştirdiler, sonra çobanları… En sonunda da kuralları. “Bu eski düzen fazla kısıtlayıcı” dediler. “Örf, edep, sınır… Bunlar çağ dışı.”

Kurtlar çoğaldıkça ceylanlar azınlığa dönüştü. Ama asıl kayıp sayıda değil, ruhta yaşanacaktı.

Önce eğitim alanlarına girdiler. Okulları yeniden kurdular. Ceylan yavrularına “Hayat bu kadar kural kaldırmaz” diye anlatmaya başladılar. Onlara ceylan olmayı değil, kurtlara benzemeyi öğrettiler.

Medya dedikleri yüksek kayalarda, en çok kurdun dişleri parlatıldı; hoyratlığı alkışlandı. Terbiye, tevazu ve utanmayı alaya alan hikâyeler dolaşıma sokuldu.

Ardından kanunlar değişti. Eskiden ayıp sayılan, yanlış görülen ne varsa serbest bırakıldı, suç olmaktan çıkarıldı. Taşkınlık makbul, normal görüldü; ölçüsüzlüklerin ise artık bir cezası yoktu.

Zamanla yeni kuşak ceylanlar kurtların dilini konuşmaya, onların değerleriyle düşünmeye başladı. Kurtça güldüler, kurtça bağırdılar, kurtça saldırdılar. Eskiden ayıp sayılanlar artık serbestti; hatta teşvik ediliyordu. Bir zamanlar hayal bile edilemeyecek davranışlar sıradan hale gelmişti. Ölçü “baskı”, sınır “gericilik” diye anılır oldu.

Ceylanların içinden bazıları bu düzene uyum sağlamak için kendilerine yabancılaştı. Yapmadıkları şeyleri yapar, bilmedikleri yollara girer oldular.

Büyük ceylanlar ilk başta sabrettiler; “Geçer”, “Bizim evlatlarımız aslına döner” dediler. Ama bir müddet sonra yavrularını koruyamaz hale geldiler.

Derken bir gün, bir ceylanın çayırın ortasında ölçüsüz bir davranışına tanık olundu. Bir başkasının kötü işlere bulaştığı ortaya çıktı. Dün kendilerine öğretilenin aynısını artık utanmadan yapıyorlardı.

Bu manzarayı gören kurtlardan alaycı sesler yükseldi: “Şunlara baksanıza” dediler. “Güya iyi hayvanlarmış… Huzurdan, ahlaktan söz ederlerdi. Şimdi hâllerine bakın. Eleştirdiğiniz bizlerden beter oldunuz!”

Kurtlar, ceylanların düştüğü hâli işaret ederek kendilerini temize çıkarmaya çalışıyor; onların kendilerine benzemiş olmasını utanmazca bir başarı hikâyesi gibi sunuyorlardı. Bu tablo, çayırın artık tamamen kendilerine ait olduğunun ilanıydı.

Ovada garip bir düzen kurulmuştu. Kurtlar hâlâ kuralsız yaşıyor, sınır tanımıyordu; ama ahlak dersi veriyorlardı. Ceylanların içinden savrulanları örnek gösterip, “İşte sizin değerleriniz” diyorlardı. Kimse şu basit soruyu sormuyordu: “Bu noktaya nasıl gelindi? Bu düzen kimler tarafından kuruldu? Kimler hangi kapıları açtı, hangi frenleri söktü?”

Oysa cevap açıktı. Bu yollar, bu alışkanlıklar, bu cezasızlık kurtların düzeninin eseriydi. Ceylanların yurdu işgal edilmiş, hafızaları bastırılmış, sınırları sökülmüştü. Kurtlar, ceylanların yıllarca uzak durduğu, hatta akıllarına bile getirmediği her şeyi yaygınlaştırmış, cazip hâle getirmişti. Suçlu ilan edilen sonuçtu; sebep ise ısrarla görünmez kılınıyordu.

Zamanla bazı ceylanlar itiraz etmeye çalıştı. “Biz böyle değildik, bizi biz olmaktan çıkaran gafletimiz ve kurtların istilasıydı” dediler. Ama sesleri kurtların gürültüsünde kayboldu; itiraz ettikçe suçlanan oldular.

Ama çayır gerçeği biliyordu. Rüzgâr biliyordu. Toprak biliyordu. Bir yeri işgal edip düzenini yıkmak, evlatlarını kendine benzetmek ve sonra da o benzemeyi ahlaki çöküş diye suçlamak…

Bu, en eski kurt oyunuydu.