Küresel ekonomi, iktisat tarihçileri tarafından muhtemelen “Büyük Sıkılaşma” ve “Jeopolitik Ayrışma” dönemlerinin aynı anda esnediği kritik bir kırılma anına tanıklık ediyor.

Uzun süredir dünya ekonomisini iki ana korku yönetiyordu: Enflasyon canavarı ve ABD-Çin hegemonya mücadelesi. İlki merkez bankalarını faizleri tarihi zirvelere çekmeye zorlarken, ikincisi küresel tedarik zincirlerini “ulusal güvenlik” gerekçesiyle parçalıyordu. Ancak son dönemde hem Washington’da hem de Ankara’da alınan kararlar, ideolojik katılıkların yerini yavaş yavaş “ekonomik pragmatizme” bıraktığını gösteriyor.

Mevcut konjonktürün fotoğrafını doğru okumak için üç kritik kareyi birleştirmemiz gerekiyor: Fed’in faiz politikası, TCMB’nin faiz indirimi hamlesi ve ABD yönetiminin Nvidia kararı. İlk bakışta birbirinden bağımsız görünen bu olaylar, aslında küresel sistemin yeni bir geçici uzlaşı arayışının parçalarıdır.

Parasal Senkronizasyon ve “Yumuşak İniş” Israrı

Öncelikle para politikasına odaklanalım. ABD Merkez Bankası (Fed), politika faizini aşağı çekerek piyasalara kritik bir sinyal gönderdi. Bu karar, ABD ekonomisinin resesyona girmeden enflasyonu dizginleyebileceği “yumuşak iniş” senaryosuna olan inancın tescilidir. Fed, küresel piyasalara şu mesajı veriyor: “Likidite musluklarını, büyüme durmadan önce kontrollü bir şekilde açıyoruz.”

Tam bu noktada, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) hamlesi sahneye çıkıyor. TCMB, politika faizinde yaptığı 150 baz puanlık indirimle dikkat çekici bir adım attı. Küresel faiz hadlerinin aşağı yönlü seyri, TCMB’ye manevra alanı açarken, bu durum gelişmekte olan piyasaların kaderinin, merkezdeki likidite döngüsüne ne denli göbekten bağlı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Ankara, küresel rüzgârı arkasına alarak büyüme odaklı bir patikaya geçişin sinyalini, maliyetini minimize ederek vermiş oldu. Eğer Fed şahin bir duruş sergileseydi, TCMB’nin bu gevşeme adımı çok daha riskli olabilirdi; ancak zamanlama, küresel senkronizasyonun bir sonucu olarak okunmalıdır.

Güvenlik mi, Gelir mi?

Jeoekonomik cephedeki en çarpıcı ve ezber bozan gelişme ise şüphesiz teknoloji ticaretinden geldi. Donald Trump yönetiminin, Nvidia’nın en gelişmiş yapay zeka çiplerinin Çin’e satışına belirli koşullarla izin vermesi, ABD’nin “Teknolojik Çin Seddi” stratejisinde devrim niteliğinde bir değişikliktir. Ancak bu kararın asıl can alıcı noktası, uygulama şartlarında yatıyor: İzin, satışlardan alınacak ciddi bir vergi/kesinti şartına bağlanmış durumda.

Bu karar, Uluslararası Politik Ekonomi literatüründeki klasik “Liberalizm vs. Merkantilizm” tartışmasını yeniden alevlendiriyor. Önceki dönemlerde ABD, Çin’in teknolojik gelişimini “ne pahasına olursa olsun” durdurmayı hedefleyen, güvenlik odaklı katı bir yaklaşım sergiliyordu. Şimdiki yaklaşım ise olaya tüccar pragmatizmiyle yaklaşıldığını gösteriyor: “Çin bu teknolojiyi eninde sonunda geliştirecek veya kaçak yollarla edinecek. O halde neden bu ticaretten vergi alarak Amerikan hazinesini ve şirketlerini zenginleştirmeyelim?”

Bu hamle, “decoupling” (ayrışma) tezinin sınırlarına ulaşıldığını işaret ediyor. Washington, teknoloji devlerinin gelirlerinin düşmesini ve Ar-Ge bütçelerinin daralmasını, Çin’in askeri kapasitesinin artmasından daha yakın bir ekonomik tehdit olarak görmeye başlamış olabilir. Uygulanan vergi stratejisi, jeopolitik rekabetin finansallaştırılmasıdır; yani düşmanlığın paraya tahvil edilmesidir.

Paranın Maliyeti ve Ticaretin Yönü

Peki, faiz indirimleri ile çip ticaretindeki bu esneme birbirini nasıl etkiliyor?

Denklem aslında basit: Merkez bankaları parayı ucuzlatarak (faiz indirimi), şirketlerin yatırım iştahını ve tüketici talebini canlı tutmaya çalışıyor. Ancak ucuz para tek başına yeterli değildir; şirketlerin satış yapabileceği pazarlara da ihtiyacı vardır. Nvidia örneği, küresel durgunluk riskine karşı Pazar sınırlarının (Çin gibi devasa bir alıcının) yeniden sisteme dahil edilme çabasıdır.

Eğer faizler inerken ticaret savaşları en sert haliyle devam etseydi, ucuzlayan para yatırıma dönüşecek güvenli liman bulamaz, stagflasyon riski artardı. Tersine, ticaret serbestleşirken faizler yüksek kalsaydı, şirketler bu ticareti finanse edecek sermayeyi bulamazdı. Mevcut tablo, küresel karar vericilerin bu tıkanıklığı gördüğünü ve koordineli olmasa da eş zamanlı bir “rahatlama” düğmesine bastığını gösteriyor.

Kırılgan Bir Denge

Sonuç olarak, dünya ekonomisi “güvenlik paranoyasından”, “gelir maksimizasyonuna” doğru bir direksiyon kırmış görünüyor. TCMB’nin faiz indirimi, bu küresel dalganın yerel bir yansımasıdır ve konjonktürle uyumludur. ABD’nin çip hamlesi ise, Soğuk Savaş retoriğinin bile ekonomik realitenin duvarına toslayabileceğini kanıtlamıştır.

Ancak bu yeni denge kırılgandır. Çip ticaretine getirilen ek vergilerin karşı tarafça nasıl karşılanacağı veya gevşeyen para politikalarının enflasyonu yeniden tetikleyip tetiklemeyeceği belirsizliğini koruyor. Yine de şu kesin: İçinde bulunduğumuz dönem, küresel ekonomide ideolojinin değil, nakit akışının ve pragmatizmin kazandığı bir dönemeç olarak hatırlanacaktır.