İman; Allahü Teâlâ’nın insanlara en büyük nimeti, lütûf ve ihsanıdır. İnsan, iman sayesinde dünyanın tamamını etkileyebilecek güçlü ve kıymetli bir şahsiyete dönüşebilir. Eshabı kiram aleyhimurrıdvan hazeratının cahiliye dönemi ile İslam dönemlerini karşılaştırdığımızda bunu net olarak görürüz. İman, insanın zorluklara ve güçlüklere karşı dayanıklı olmasını sağlar. İman, insana yaşama, çalışma ve başarma gücü verir. İnsan, hayata imanla başlar ve onunla değer kazanır. Çünkü imanı olan kişi, imanının gereği olarak kendisine ve bütün insanlara faydalı olmaya gayret eder. İmanın insana verdiği ve vereceği faydaların haddi ve hesabı yoktur. Geçen hafta; imanın hayatımızdaki yansımalarından; “insanın iman sayesinde kendisiyle barışık ve uyumlu yaşadığı” hakikatini incelemiştik. Bu hafta ise, “imanın insanın ufukunu dünya kadar genişlettiği” gerçeğini anlamaya çalışacağız inşallah:

2- İman, insanın ufkunu genişletir: Hakikaten müminin ufku, dünya kadar geniştir. Çünkü mümin; dünyadaki her şeyi, Rabbinin varlığını ve birliğini haykıran birer sanat şaheseri olarak görür, onları bu nazarla temaşa eder ve her şeyde bir mânâ ve bir hikmet arar. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda akl-ı selim sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmran 190-191)

Kâinatın eşsiz nizam ve düzeni üzerinde tefekküre etmek, insanı bu hayattan sonra başka bir hayatın yani âhiret hayatının var olduğu inancına götürür. İnsana verilmiş olan aklın sağlıklı kullanılması, kendisinin bir yetki ve sorumluluğunun olması gerektiğini, bu dünyada yaptıklarının ceza veya mükâfat olarak karşılığının olacağını, bir hesap gününün bulunması gerektiğini düşünmeye sevk eder. Kişi böyle bir bilinç ve düşünce düzeyine ulaştığında sorumluluk duygusu iyice artar ve dünyada günah işlemekten ve haram yemekten sakınır; âhirette de cehennem azabından koruması için Allahü Teâlâya sığınır ve O’na dua etmeye başlar.

Yine mümin, bütün insanları kendisi gibi babamız Hazret-i âdem ve annemiz Hazret-i Havva’nın çocukları olarak görür. Elinden geldiği kadar onların da haklarını savunur ve onlara da Allahü Teâlâ’nın dinini tebliğ etmeye gayret eder. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:

Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Soyunuz sopunuzla birbirinize karşı övünesiniz diye değil, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, Allah’a karşı saygısı, korkusu ve O’nun yasaklarından kaçınıp emirlerine itaati en yüksek olanınızdır. Hiç şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat 13)

İnsanları Allah’a çağıran, Salih ameller işleyen ve “ben Müslümanlardanım” diye ilan eden kimseden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet 33)

Yine mümin, bütün müminleri de kendi din kardeşi olarak görür. Dünyanın neresinde olursa olsun onlarla alakadar olur, durumlarını yakından takip edip onlarla işbirliği yapar. Sıkıntısı olanlara ise, asla bigâne kalmaz, imkânı nispetinde yardım elini uzatır. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

Bütün müminler kardeştir; öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten sakının ki O’nun rahmetine erişesiniz.” (Hucurat 10)Hadis-i şeriflerde ise, şöyle buyurulmaktadır:

Müminin mümine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.” (Buhari)

Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine şefkat göstermede tek bir vücut gibidir. O vücudun bir organı acı çektiğinde, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşırlar.” (Müslim)

Mümin, diğer canlılara ve yaşadığı çevreye de aynı şekilde bakar. Zira o, kâinattaki her şeyin, Rabbi olan Allahü Teâlâ’ya ait olduğunu ve hiçbir şeyin boşuna yaratılmadığını çok iyi bilir…

(Devamı haftaya…)