Önümüzdeki 27 Aralık İslamcı ve toplumcu şairimiz, benim deyimimle ikinci üstadımın çileli yaşamının sona erdiği, dünyadaki sınavını bitirip asıl yurda kavuştuğu gündür.

Üstadım M. Akif, tam tamına bir düşünce ve mücadele kahramanıdır. Onun için dünya ve içindeki maddiyatın değeri yoktur! Onun asıl hedefi Müslümanların birlik bilinciyle dinini ayakta tutarak çalışıp güçlenmesi ve gerektiğinde vatanlarını güçlükle savunabilmesidir. Akif’in düşüncesinde mısralar yazıya döküldükten sonra toplumun malı olmuştur. O düşüncesini, hedefini topluma empoze ederek mücadelesini sürdürür, topluma yol gösterir! Sanat gücünü kullanarak toplumu uyarır. Üstat, kimsesizlik, yardımsızlık gibi duygularıyla yaşamaya çalışırken içinde bulunduğu durumu orijinal ifadesiyle; ”Bugün hanumansız (ailesiz, evsiz barksız) bir serseriyim öz diyarımda!” diyerek çaresizlikler içinde çare arayan ümit pınarıdır. Akif, etrafımızdaki olumsuz koşullara bakıp çalışma kararlılığımızı kaybetmenin doğru olamayacağını; şöyle dile getirir:

“Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak...

Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak!”

Akif’in içinde bulunduğu atmosfere bakın ki; İstanbul, Bursa işgal edilmiş; işgal komutanı, Fatih’i taklit ederek beyaz bir at üzerinde İstanbul’a girmiş; Yıldırım Han’ın kabrini tekmelemiştir! Bunlar yetmezmiş gibi Çanakkale de saldırıya uğramış; ülkenin orantısız güçle ele geçirilmeye çalışılması nedeniyle şairimiz: ”Ülkenin içine düştüğü bu kimsesiz ve çaresizliğe çok üzüldüm, bunaldım ve ruhum sıkıldı. Bu sıkıntıyı hafifletmek için şehir dışında; kimsenin olmadığı sessiz bir vadide yürüyüşe çıktım. Her tarafı ıssızlık, her tarafı karanlık sarmıştı; etrafta ışık, gelen giden, ses yoktu! Bütün varlık dünyasının dili tutulmuş, konuşamaz duruma gelmişti! Kendi kendime şunları sordum: Kimse yok mu, nerede bu insanlar, hani dostlar, sevgililer, neredeler; bütün her yer yokluk mu? Bari ”Yok! “ der, bir seda yok mu?” diyerek şu mısralarla ifade eder:

“Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;

Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lal…

Bu sessiz ve kimsesiz ortamda duygu dünyası alt üst olan duygu dünyasını şöyle dile getirir: “Ben bunları düşünürken; bu sessizlik ortamında benim duygu dünyamda fırtına ve tipi vardı. Bana göre o anda inleme, acı acı feryatlar, imdat çığlıkları vadiyi öyle doldurmuştu ki vadi bir okyanus gibi dalgalar halinde çağlayıp uğulduyordu. Öyle ki bu korkunç ses ve uğultular karşısında ağaçlar ve taşlar bile ürpermişti. O anda mahşerin suruna üfleniyor gibi geldi bana!”

“Ki vadiden bütün, yer yer eninler çağlayıp durdu.

Ne muhrik nağmeler, ya Rab, ne mevca mevc demlerdi:

Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güya Sur-u Mahşerdi!”

Hz. Musa’nın (a.s) kimsesiz, yardımsız, aç ve yorgun olmasına rağmen zorbalar izin vermediği için güçsüzlerin susuz bekleyen koyunlarını suladıktan sonra bir ağacın altında, gölgede oturup kimsesizliğine, garipliğine yanıp derdini Sonsuz Acıma Sahibi’ne arz ederek yardım istediği gibi şair de evrenin Sahibi’ne ellerini açar ve acı acı yalvarır:

“Ya Rab bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?

Mahşerde mi yoksa biçarelerin felahı?”

Üstat gerçekçiliğini ve içtenliğini de şu mısralarla anlatır:

“Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim…

İnan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim,

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:

“Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!”

Mehmet Akif, (1873-1936) 27 Aralık Pazar günü saat 19.45’te Mısır Apartmanı’nda vefat eder.