Uzun zaman oldu Mustafa (Kutlu) Ağabey ile görüşmeyeli. En son Fatih’te kahve kitabının tanıtım toplantısında görmüştüm. Kısa konuşmasında kahve müdavimlerinin macerasını hülasa etmişti. Her vakit öyledir. Az öz konuşur. Ama hakikatli kelam eder. Eserlerinde de fazla teferruata girmez, söyleyeceğini kestirmeden doğrudan söyler.

Ezanı Beklerken’i diğer eserleri gibi bir solukta okudum. Yine bir “Mustafa Kutlu klasiği” ile seyahate çıkıyoruz. Nereleri geziyoruz peki? Gitmemiz gereken yurtları, olmamız gereken muhitleri… Yazılanlar derdimiz, hüznümüz, kıvancımız, sevincimiz, tasamız… Bu hikâyeler bizim yaşadıklarımız, Anadolu’nun serapa serencamı. Sadece Anadolu mu? Büyük şehirlere göçen ahalinin de ahvalidir.

Sohbetlerinde kısmen bulundum. Konuştuğu gibi yazan bir kalem üstadıdır Kutlu. Alayişi nümayişi yoktur. İfade-i meram, apansız gelir. Öyle dolambaçlı yolları sevmez. Hakikati tüm netliğiyle okuruna aktarır. Zaten yazar ve okuyucusu arasında o samimi köprü kurulmuştur bir kez. Huzurla okursunuz, heybeniz dolu kalkarsınız.

Mekânlar bildik, kahramanlar aşina, meseleler tanıdıktır hikâyede. Esasen Mustafa Kutlu’nun bütün kitapları, bir gönül yolculuğunun kilometre taşları gibi döşenmiştir. Her biri güzergâhtaki durakları, istasyonları işaret eder. Ve siz bu yolculuğa bir defa çıkmışsanız devam eder, selamet sahiline ulaşırsınız. Asla geriye dönmeyi düşünmezsiniz. Bugüne kadar kitaplarını okuyup yarı yolda bırakana rastlamadım. Zira fikirleri kavi, istikameti düzgündür.

Hikâyesinde bazen derdimiz ahvalimizle yakınlığı olanların hemencecik hatırlayacağı isimlerden bahseder. Mesela kitabın ilk sayfasında şu satırları okuyoruz: “Yazıları, kitapları ve bilhassa çıkardığı dergi ile tanınan bir ağabeyimiz vardı. Rejime, iktidara muhalefeti, daha ziyade haksızlığa isyanı ile meşhurdu. Bu sebeple sık sık başı derde girer, yargılanır, uzun olmayan sürelerle hapse girerdi. Dışarıda iken çok disiplinli olmayan ibadet hayatı, içeri girince sofuluk derecesine ulaşır, beş vaktin ardı sıra beş daha kılardı. İçeride iken başından geçenleri anlattığı hikâyeler hayli yekûn tutar.”

Bu satırları okuyunca zaten bahsi geçen büyüğümüzü hemen hatırlarsınız: Osman Yüksel Serdengeçti. Onun hüzünlü ama aynı zamanda keyifli hikâyelerinden birini okura anlatır. Bu ilgi çekici nükteyi, yıllar önce merhum Mehmed Niyazi ağabeyden dinlemiştim. Rahmetli tarihçi Ziya Nur Aksun’un evinde dostlarla beraberdik. Nasıl da gülmüştük o gün. Artık o ‘bayram ziyaretleri’ni de yapamaz olduk. Günahımız çok, vebalimiz ziyade. Fakat bu ilginç hikâyeyi Mustafa Kutlu’dan dinlemenin de ayrı bir lezzeti, tadı vardır. Bir de bazen bir ‘yazar’ın sözleri, fikirleri, nakilleri geçer kitapta. Hemencecik fark edersiniz ki, bahsi geçen yazar Mustafa Kutlu’dur. Adını zikretmese de üslubundan onu tanır, bilir, seversiniz. Yol gösterici Aziz Hoca, belki de Abdülaziz Bekkine’dir. Arada bir Nurettin Topçu, efkârıyla arz-ı endam eder. Dedim ya burada anlatılan aslında bizim hikâyemiz.

Bazı okuyucular, itiraz edebilir: “Arkadaş sen onu bunu bırak da kitabın mevzuunu tam olarak söyle, özetleyiver.” Yok arkadaş, asla ve kat’a bu hataya düşmem. Efendim hem romanın, hikâyenin (Ki Kutlu’nun kitapları hem hikâye hem romandır) özeti mi olurmuş? Böyle bir hülasa, ancak mektep çocuklarının ev ödevlerinde işe yarar. Çocuklarımız bu kabil yazıları zaten okumaz. Biz bizeyiz ona göre!..

Mustafa abi mizahı sever, kadim ediplerimiz gibi çok iyi bir nüktedandır. Öyleyse bu vadide bazı çalışmalar yapmış bir meraklı olarak anlatayım: 15 Temmuz’da hainlerin darbe teşebbüsü hamdolsun püskürtülmüştü. Arkadaşlarla “Bâbıâli Sohbetleri” için yer arıyoruz. Bulduk da. Recep İncecik dostumuz Cağaloğlu’nda yeni kurduğu ve fakirin isim babalığını yaptığı Bâbıâli Lokantası’nı bize açtı. Allah razı olsun. Bir müddet orada büyüklerimizi ağırladık, sohbetlerini dinledik. O günlerde bir arkadaş bana takılmıştı: “Bravo! Bunca insanı bir lokantaya sokup da aç çıkarmak büyük maharet! Kutluyorum.” Hâlbuki o gani yürekli Recep Bey, her toplantıda çaylarla birlikte börekler, çörekler ve pideler de ikram ediyordu haziruna. Takdir eden de var etmeyen de. Ne diyelim, canları sağ olsun. Bu nükte ile kendimi kurtaracaktım ki içime sinmedi yine. Bari kitaptan tefeül edip bir sayfa açayım. ‘Hareket adamı’ emekli imam Abdülaziz Hoca bahsinden, hikmetli birkaç satır okuyalım:

“Allah bir, Peygamber hak, mübarek Kur’ân-ı Kerim elimizde. Bu kadar yeter. İşi basite alıyorsun Hoca, dedik söylediklerine inancımız tam. Lakin yorum çok. Gerçek Müslüman benim diyen çok. Daha mühimi ‘günümüzde İslâm’ nasıl yaşanacak? İş burada çatallanıyor. Yahu arkadaş, siz siz olun tefrikaya düşmeyin. İlkeler elimizde. Hadisler elimizde. Bir şu kadar asırda tecrübe edilmiş, tartışılmış, süzülmüş, hakkında ‘icma’ hâsıl olmuş. ‘Günümüz’ deyip durmayın. Âlem aynı âlem, insan aynı insan, hak aynı hak. Zalim ile mazlumu fark etmek o kadar zor değil. Ahlâk belli. Peygamber ahlâkı. Adalet, fazilet, hamiyet, mürüvvet, merhamet, hizmet, hürmet, muhabbet, cesaret ne bileyim bunlar kaybolmadı.”

Hülasa, Mustafa Kutlu’nun bütün yazdıkları hevesle, heyecanla, şevkle okunur. Dergâh Yayınları’ndan yeni çıkan Ezanı Beklerken de severek okuyacağınız bir kitaptır dostlar! Benden söylemesi vesselam.