Kana doymayan İsrail terör örgütü, şimdi de Suriye’ye saldırdı. Şam, Hama, Lazkiye, Dera, Kuneyra şehirlerinde 12 noktayı alçakça vurdu.
İsrail, dünyanın baş belası! Bu gerçeği artık herkes kabul ediyor. Ve dünyada en çok nefret edilen terör örgütü yine İsrail! Önceki akşam sebepsiz yere Suriye’ye saldırıya geçen İsrail terör örgütü, aralarında Şam, Hama, Lazkiye, Dera, Kuneyra şehirlerinin de bulunduğu 12 noktayı uçaklarıyla bombaladı. Korkak oluşlarıyla bilinen İsrail askerleri, kara savaşına giremiyor, sadece havadan bombalayıp sivilleri katlediyor. Bu da acizliklerini ve iğrençliklerini gösteriyor. Birkaç gün önce yaşadıkları büyük yangında feryat ederek dünyadan yardım dilenen bir güruhtan bahsediyoruz. Kan akıtmaya doymayan İsrail’in son hamlesi, bütün dünyada nefretle ve lanetle karşılandı. Tabii bu öfke dalgası, sadece İsrail’e karşı değil, onu kayıtsız şartsız destekleyen suç ortağı ABD’yedir aynı zamanda. Evet, İsrail’i ve ABD’yi yönetenler, dünyayı üçüncü bir dünya savaşına sürüklemek için çırpınıp duruyor. Peki, 200 civarındaki ülke, bu cinnet hâline izin verecek mi? İngiltere’deki Yahudiler bile İsrail’in Gazze’deki soykırımına isyan etmeye başladı. Tepkiler çığ gibi yükseliyor. Aydınlar, gençler, kadınlar, yeryüzündeki bütün vicdanlı insanlar Siyonizm’in katliamlarına, İsrail’in haydutluğuna karşı öfkeli.
İSRAİL İNSANLIK DÜŞMANI!
Ben İsrail’i yöneten sakat ve zehirli kafanın sadece Araplara düşman olduğunu düşünmüyorum. Onlar Türklere de, Kürtlere de hasım. Hatta destekçileri olmayan bütün insanlığa diş biliyorlar. Âdeta kendilerinden başkasını insan kabul etmiyorlar. Marazi hastalık derecesindeki ırkçılıkları ile gözleri dönmüş, sapık bir ‘vadedilmiş topraklar’ safsatasının peşinden canhıraş koşuyorlar. Nerede duracakları belli değil! Şüphesiz bu şirretliğe karşı Batı’dan, Avrupa ülkelerinden insani bir tepki bekleyenler olabilir. Ama boşuna. Aynı Garplılar Sırpların Boşnaklara uyguladığı soykırıma ses çıkarmış mıydı hayır! Peki Ruslar’ın Kırım’ı işgalini kınadılar mı, hayır! Çin’in Doğu Türkistan’a yaptığı zulme samimi bir tavır görebiliyor muyuz? Hayır! O zaman şimdi Batıdan medet ummak safdillik olmaz mı? Önce İslam dünyasının uyanması, Müslümanların intibaha gelip yumruğunu sıkması ve gücünü göstermesi gerek. İsrail’den çekinen ve bu yüzden alçakça işlediği zulümlerine karşı tavır koyamayan bazı Arap ülkelerinin yöneticileri, başlarını gaflet kumuna sokabilirler. Peki ya kitleler? Ya 2 milyarlık İslam dünyasının halkları böyle hep susup kalacak mı? Hiç sanmıyorum. Bu ülkelerin vurdumduymaz idarecileri kahrolasıca bir suskunluğa girse de Müslümanlar İsrail azgınlığını kabul etmeyeceklerdir. Göreceksiniz en yakın zamanda İsrail’i yaptıklarına pişman edecek toplu hareketler başlayacak. Ve bu soylu yiğit tavırlar, dalga dalga yeryüzüne yayılacak. Asya’da ve Afrika’da başlayacak adalet, barış ve sevgi kıyamı, Avrupa’yı da tamamen saracak. İnsanlar, er geç insanlıklarını hatırlayacaklardır.
TÜRK DÜNYASI UZMANLARIYLA
Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere’nin Türk Dünyası Uzmanlarıyla Söyleşiler 1 kitabı, iki sene önce yayımlanmıştı. Şimdi de eserin devamı niteliğinde olan ikinci cildi aynı isimle yayımlandı. Marmara Üniversitesi Genel Türk Tarihi Bilim Dalı Başkanı olan Kanlıdere, öğrencileriyle birlikte gerçekleştirdiği bu konuşmaları bir araya getirerek kültürümüze büyük bir hizmette bulundu. Hocamız, eserin Ön Söz’ünde çalışmaya katkıda bulunan Murat Özkan, Hikmet Demirci, Zeynep Akarslan, Ayberk Sinan Özel, Aybüke Tabak, Batın Durmaz, Betül Aydın Karga, Enes aydın, Alihan Büyükçolak, Halide Bakal, Muhammed Emin Ata, Pervin İbrahimova Ağardan, Seher Yiğit, Sima Nur Göger, Zeynep Yasinoğlu’na tek tek teşekkür ediyor. Ön Söz’deki şu satırlar dikkat çekici ve çok mühim: “İnsanlar sorulmayınca konuşmaz. Gerçek öğrenmenin temelinde soru sormak vardır. Doğru soruyu sorabilmek ise belli bir deneyim ve birikim gerektirir. Bu soruların basmakalıp değil, araştırmayla ortaya çıkması gerekiyordu, uysal veya mekanik değil, muhatabını konuşturacak, hatta kışkırtacak sorular olması lazımdı.” Kendileriyle görüşülen seçkin araştırmacılar, ilim insanları arasında Yavuz Akpınar, Mehmet Apargu, Tuncer Baykara, Gülçin Çandarlıoğlu, Osman Karatay, Hakan Kırımlı, Ahmet Taşağıl ve Mehmet Tezcan da bulunuyor. Eserin başında yer alan Yavuz Akpınar Hocamızla yapılmış mülakat, tam 58 sayfadan meydana geliyor. Son derece aydınlatıcı, feyizli ve istifadeli bir konuşma olmuş. Yetişme çağından bahseden, aile muhitini anlatan Akpınar, Türkoloji eğitimi sırasında ders aldığı üniversitedeki hocalarını da rahmetle ve minnetle yâd e diyor. Kendilerinden Erzurum’da ders aldığı veya İstanbul’da tanışıp sohbet ettiği büyük hocalar arasında Hüseyin Ayan, Kaya Bilgegil, Ahmet Caferoğlu, Mehmet Kaplan, Muharrem Ergin, Orhan Okay ve İnci Enginün de var. Merhum Orhan Okay hakkındaki şu satırlar ne kadar güzel ve vefa yüklüdür: “Orhan Okay, çok bilgili, nazik, anlayışlı bir hocaydı. Ondan biz Yeni Türk Edebiyatı okuduk. Orhan Bey, gayet verimli bir şekilde dersi anlatır, tekrar eder, bizlerle ilgilenirdi. Üzerimizde çok etkisi olmuştu. Allah rahmet etsin. O sıralarda Orhan Bey ve Kaya Bey’in etkisinde kalarak Peyami Safa üzerinde doktora yapmayı kafama koydum.”
EDEBİYATIN SURİÇİ
Değerli edebiyat araştırmacısı Taner Ay, Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler, İsmail Sâib Sencer gibi eserlere imza attı. Edebiyatın Kadıköyü ile başlayan “Edebiyatın İstanbul’u” dizisinin ikinci kitabını da günışığına çıkardı: Edebiyatın Suriçi. İlk kitaptan daha önce bahsetmiştim. Serinin ikinci durağında ise tarihî Suriçi anlatılıyor. Eskilerin tabiriyle “Nefs-i İstanbul”. Bugün Fatih ilçesi diye bildiğimiz Suriçi, Dersaadet’in kalbi ve ruhu mesabesinde. Buram buram tarih kokan bu coğrafyadan yolu geçmeyen şairimiz, yazarımız, musikişinasımız, ressamımız, hattatımız yok gibi. Semtin geçmişten süzülüp gelen hatıraları, menkıbeleri, efsaneleri hâlâ yaşıyor. Bu anekdotlar dost meclislerinde anlatılırken kimi şarkı ve türkü sözlerine de mal olmuş. Taner Ay, bu verimli bölgeyi araştırıyor ve ortaya okunası keyifli ve zevkli bir eser koyuyor. Resimler, fotoğraflar, afişler, karikatürler ve muhtelif görsel malzemelerle süslenen kitapta bilmediğimiz birçok hususu öğreniyor, gizlenmiş, saklanmış hakikatlerin günışığına çıktığını görüyoruz. Bu kültürel seyahat esnasında elimizden tutan mihmandarımız, bizi bâkir alanlara, meçhul köşelere, kuytu mağaralara götürüp yaşanmışlıkları aktarıyor. Bazen şaşırıyor, bazen de bıyık altı gülüyoruz. Öfkelendiğimiz de oluyor, hayret ettiğimiz hâller de… Kitaptaki başlıklardan birkaçı bile nasıl bir iklimi yaşadığımızı, hangi atmosferde soluklandığımızı bize gösteriyor. İşte o okuma istasyonlarından bazıları: “Ahmed Midhat Efendi ve Palikaryalar”, “Bâb-ı Âli’den Bir Delifişek Çetin Altan Geçti”, “Bâb-ı Âli’nin Kara Günleri”, “Sinekli Bakkal’da Tanbûrî Cemil”, “Âh Cibali Vah Cibali, Yandı da Gitti Kül Oldu!” Edebiyatın Suriçi’nde edibimiz, delimiz, şairimiz, mütefekkirimiz, ressamımız, meczubumuz velhasıl bütünüyle insanlarımızın alayı âdeta resm-i geçit hâlinde önümüzden geçip gidiyor. Bir bayram yerine, bir seyrana çıkmış gibiyiz. Delisine de velisine de rastlıyoruz. Hoş duygularla ama zaman zaman düşünerek okunacak ilginç, farklı, özgün bir kitap.
JÖN TÜRKLERDEN İTTİHATÇILARA
Jön Türklerden İttihatçılara Bir Kimlik Tahlili Çalışması, Hakan Burak Uz’un eseri. Yakın tarihle alakalı her eseri önemserim. Elime geçince okur, üstünde düşünürüm. Zira mazide yaşananlar, bir bakıma tecrübedir, bilgidir, birikimdir, hatıradır ve aydınlatıcıdır. İstikbale daha iyi hazırlanmamızı sağlar. Kitap Osmanlı Devleti’nin son devrinden Cumhuriyet’in ilk senelerine uzanan tarihî süreci yetkin bir şekilde anlatıyor. Modernleşme, kimlik, siyasi oluşumlar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki… Eserde Jön Türkler ile İttihatçılar arasındaki farklar da göz önüne seriliyor. Aydınlarımızın türlü türlü macerası dikkat çekiyor. Belgelerden, tanıklıklardan ve akademik eserlerden istifade edilerek hazırlanmış eser, sadece bir tarih anlatısı değil, dönemin fikir hareketlerinin ve yoğun geçen hareketli yılların ipuçlarını da veriyor. Titiz bir çalışma sonucu vücut bulan eseri bilhassa yakın tarihe meraklı dostlara hararetle tavsiye ediyorum.
REFİK ÖZDEK’E RAHMETLE
Refik Özdek’i Tercüman gazetesinde çalışırken tanımıştım. Olağanüstü bir tempo içinde ve ciddi bir şekilde çalışırdı. İyi bir gazeteci, sağlam bir edip ve hakiki bir mütercimdi. Cengiz Aytmatov’un eserlerini mükemmel Türkçesiyle günümüze aktarmıştı. Bu büyük romancımızın Türkiye’de çok okunmasına mühim katkılarda bulundu. Bir ara Tercüman Çocuk dergisini yönetti. Roman, hikâye ve şiirler de yazdı. 1928’de Köstence’de doğan Özdek, 28 Ağustos 1995 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Şimdi yayımlanan eserleriyle gönüllerde yaşıyor. Yeni eseri Kiziroğlu Mustafa, üç farklı hikâyeden meydana geliyor. Merhum yazarımız bu hikâyelerinde insanın tabiatla, yalnızlıklarla ve modern dünya ile olan mücadelesini sürükleyici üslubu ve akıcı diliyle anlatıyor. Sessiz yaşayan kültür kahramanlarımızdan Refik Özdek’i unutmayanlara ve eserlerini neşrederek unutturmayanlara gönül dolusu selam olsun!
ÜÇ KİTAP DAHA
Cumhuriyet devri Türk edebiyatının en büyük romancısı kabul edilen Peyami Safa’ya ve hatırasına sahip çıkan Ötüken, edibimizin romanlarının ve fikir kitaplarının dışında Server Bedi adıyla kaleme aldığı kitapları da külliyatına dâhil ederek neşrediyor. Bu dizide Peyami Safa’nın İstanbul Kızları romanı da yayımlandı. Romanda 1940’lı yıllardaki İstanbul’daki toplum hayatında tefessüh etmeye başlayan kadın-erkek ilişkilerinin olumsuz yanları anlatılıyor ve gençlerin dikkati çekilerek ailenin önemine vurgu yapılıyor.
Önemli bir tarih araştırması olan Orta Çağ Dünyası’nın editörü Doç. Dr. Derya Gürtaş Dündar. Kitabın “Takdim”inde Dündar’ın şu satırlarını okuyoruz: “Siyasi, dinî, ilmî açıdan Doğu ve Batı arasında inanılmaz bir etkileşim mevcuttur. Orta Çağ Hristiyan ve İslam dünyasına yeni bir pencere açmak için hazırlanan bu eser, naçizane, Orta Çağ dünyasına dair farklı kesitler sunarak insanlığın tarihsel hafızasına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.”
Ebru Özden Bıktım Cehennemin İçimdeki Yerinden isimli kitabındaki yeni şiirleriyle okuyucuların önüne çıktı. Kitabın ismi farklı görünebilir ama iyimser, sevecen şiirler var kitapta. O şiirlerden birini seçip içinden birkaç mısra okuyalım: “daha ilk günden her şey tamam/geçiyorum önünüzden/seyredin. Bu tören/evlerin bir akşamlık konusu. Üzerime bırakılan örtü/kimin sandığının örtüsü/hem gizler hem gösterir olmasa tenimi/eğilerek ağlamazdı babam.”
Bütün bu kitapların isimlerini belirttik, yazarlarını andık, muhtevalarından az çok bahsettik, Peki nereden çıktı bu eserler? Onu da söyleyelim. Yayın dünyamızın amiral gemisi Ötüken Neşriyat’tan. Kültür, sanat, edebiyat ve kitap dünyasını yakından takip eden okuyucularımızın dikkatine… Hakikate ulaşmak için okumak gerek.