Âkif'e bühtanlarını kusanlar nefretlerinin dozajını artırmaya başlar. Küstahlıkta sınır tanımayan bir kalemşör yazdığı başmakalede, "Hadi git artık, sen kumda oyna!.." der.
Hicret etmeye zorlanmış, iki dönem mebusluk yaptığı halde maaşına el konmuş, kalan ömrünü yoksulluk içinde geçirmeye mahkûm edilmiş millî bir şair. "Dünyada başka bir örneği var mı?!.." diye sormuyorum. Çünkü yok.
Terk-i vatanı kafasına koyan şairi bu düşüncesinden vazgeçirmeye çalışan yakın arkadaşları Neyzen Tevfik'in kardeşi Şefik Kolaylı'ya ve Prof. Dr. Fazlı Yegül'e şunları söyleyecektir: "Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum."
Kitabının Türkiye'ye girişi engellendi
Âkif, bir "hain" gibi takip edilmeyi hazmedemediği için ülkesini terk etme kararı alır. Yaşananlar karşısında her geçen gün biraz daha kırılan Âkif, incinmişliğini dindirmek amacıyla 1925 yılının Ekim ayında Mısır Hidivi Abbas Halim Paşa'nın davetine uyarak ailesi ile birlikte Mısır'a yerleşir.
Ancak Mısır'a gittikten sonra da durum Âkif için pek değişmez. Polis hafiyeleri, adım adım takip ettikleri Âkif'in nerelere gittiği ve kimlerle görüştüğüne dair tuttukları raporları Ankara'ya göndermeye devam eder.
Âkif, Safahat'ın yedinci kitabı olan "Gölgeler"i Mısır'da tamamlar. Bu kitaptaki şiirlerinde yaşadığı kırgınlığı, vatan hasretini aktarır. Şiirler eski harflerle basıldığı ve "muhteviyatının irticai propagandalarla dolu" olduğu bahanesiyle gümrükte tutularak Türkiye'ye girişi engellenir.

11 yıllık sükût, sükunet, itikaf ve kutsal emanet
1926 yılında annesi Emine Şerife hanımın 90 yaşında vefat eder. Âkif, bu yılın Ocak ayında Kur'an tercümesi için çalışmaya başlar. Mısır'da kaldığı 11 yıl boyunca "Ehramlara, Firavun heykellerine, sfenkslere bakıp hayatın faniliğini idrak ve varlığın esrarını aramak" için adeta inzivaya çekilir. Kalabalıklardan kaçar, yalnız bir adama dönüşür. Dehanın beşiği yalnızlıktır. Bu yalnızlıkların en fecisi ise kalabalıklar arasında olanıdır.
Kahire'nin çevre semti Hilvan'da yaşayan Kur'an Şairi Hafız Âkif, meal ile meşgul olduğu bu dönemi "benim Hilvan itikafım" diye tarif eder. Sükût ve sükunetle ömrünü üç kutsiyete vakfeder: Beş vakit namaz, tercüme ettiği Kur'an ve tercümeden yoruldukça okuduğu Mesnevi.
Hastalığı ilerlemesine rağmen kemal-i ihlasla çalışarak hazırladığı Kur'an tercümesini İstanbul'a dönmeden hemen önce Yozgatlı İhsan Efendi'ye şu vasiyetle teslim eder: "Ben sağ olur da gelirsem noksanlarını ikmal eder, ondan sonra neşrederiz. Şayet ölür de gelmezsem bunu yakarsın."
Âkif bir daha Mısır'a dönemeyecek, vasiyet ise yerine getirilmeyecektir.
Âkif'in sükûtu şiirlerinde çığlığa dönüştü
"Konuşmak bir mana ise susmak bin bir mana. Herkes konuşmasına konuşur lakin sükût yürekli olana" diyen Âkif'in sükûtu şiirlerinde çığlığa dönüşür.
"İstiklal Marşı" ve "Çanakkale Şehitleri" bu haykırışın en etkileyici örneklerindendir.
Âkif, eserine koyduğundan fazlasını yaşayan yani sadece eserleriyle değil, hayatıyla da örnek bir insandır. Âkif'in hayatı eserleri kadar büyüktür, hatta hayatı eserlerinden daha büyüktür. İstiklal Marşı'nı Safahat'a almaması da bunun kanıtıdır.
En önemli iki eserleri "İstiklal Marşı" ve şiirlerini 7 kitap halinde topladığı "Safahat"tır. (1-Safahat, 2- Süleymaniye Kürsüsünde, 3- Hakkın Sesleri, 4- Fatih Kürsüsünde, 5- Hatıralar, 6- Âsım, 7- Gölgeler)
Çanakkale ve İstanbul'u görünce gözyaşlarını tutamadı
Ömrünün 11 yılını Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, hastalığı ilerleyince eşi İsmet hanım ile birlikte 1936 yılında İstanbul'a dönmeye karar verir. Mısır'dan deniz yoluyla İstanbul'a dönerken güvertesinde bulunduğu vapur Çanakkale'den geçerken ve İstanbul'un camilerini görünce gözyaşlarını tutamaz. 17 Haziran 1936 Çarşamba günü İstanbul Galata Rıhtımı'nda yakınları ve birkaç dostu tarafından karşılanan Âkif, Abbas Halim Paşa'nın kızı Emine Abbas Halim'in ısrarı üzerine önce Maçka'daki evine misafir olur. Merhum Abbas Halim Paşa'nın Alemdağ'daki çiftliğinde 3 ay kaldıktan sonra, tedavi için İstanbul'a geliş-gidiş esnasında zorluklar yaşamaya başlar. Bunun üzerine Beyoğlu'nda Paşa ailesine ait olan Mısır Apartmanı'nda kendisi için hazırlanan bir daireye yerleştirilir. Kendisine refakat etmesi amacıyla bir yardımcı görevlendirilir.
Hafız Âsım son günlerinde hiç yalnız bırakmadı
Ömrünün son günlerinde dostları, öğrencileri, her sınıf ve meslekten hayranları sürekli Mehmed Âkif'i ziyaret eder. Şairin sevdiği hafızlar Mehmed Âkif Ersoy'a Kur'an-ı Kerim okur.
İlgilenenlerden birisi de Âkif'in üç Âsım'ından (Köse Âsım, Hafız Âsım, Âsım Şakir) biri olan Hafız Âsım'dır. Kur'an okuyarak teselli verir, na'tlarla coşturur, közlenmiş hatıraları harlandırır. Üstad'a belli etmez amma gözyaşlarını yüreğine akıtır.
Üstad da Hafız Âsım'ı sever amma, ümidlerini başka bir Âsım'a bağlar. O Âsım ki, Asr-ı Saadet'ten Üstad'a durmaksızın "Âsım'ın Nesli"ni fısıldar...
Ömrünün son günlerini İstanbul'da Mısır Apartmanı'nda geçiren Mehmed Âkif Ersoy(63), 27 Aralık 1936 Pazar günü akşam 19.45'te Hakkın rahmetine kavuşur.
Bu noktada ikinci parantezi açmanın tam zamanı.
(Ankara'daki Taceddin Dergahı, Kahire'de 11 yıl yaşadığı ev ve Beyoğlu'nda son günlerini geçirdiği Mısır Apartmanı'nın Âkif'deki yeri çok özeldir.
Geçtiğimiz yıl anma töreninde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "İstiklal şairimiz Mehmed Âkif Ersoy'un son günlerini geçirdiği İstiklal Caddesi'ndeki Mısır Apartmanı'nda bulunan daire 'Mehmed Âkif Ersoy Müze Evi'ne dönüştürülecek" müjdesinin üzerinden uzun bir süre geçmesine rağmen hala Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan kamulaştırma dışında herhangi bir adım yok.
Türkiye'nin tanıtımı için bütün imkanlar seferber edilerek çekilen reklamlar ne kadar önemliyse, Millî Şairimiz Âkif'in hatıralarına sahip çıkmak da o kadar önemlidir.)
Bir Millî Şair değil, fukara gibi defnedildi
Âkif'in ölümü üzerine en yakın dostlarından olan Mithat Cemal Kuntay cenaze merasiminde şahit olduklarını tarihe şöyle not düşer:
"Cenaze Beyazıd'tan kalkacak. Oraya gittim. Kimseler yok; bir cenazenin geleceği belli değil. Çok sonra birkaç kişi göründü. Biraz sonra üstünde örtü olmayan bir tabut geldi. 'Bir fukara cenazesi olmalı' dedim. O anda Emin Efendi Lokantası'nın sahibi Mahir Usta elinde bir Türk bayrağı tabuta sardı. Sebebini anlayamadım. Yine o anda yüzlerce genç peyda oldu. Onlar da üniversitenin büyük sancağını tabuta sardılar. Ellerimi yüzüme kapadım. Cenazeyi tanımıştım."
Âkif garip yaşayıp, bu dünyadan garip göçmüştür.
Mezarını öğrenciler topladıkları parayla yaptırdı
Gazeteler bu hazîn ölüm haberine çok kısa yer verir. Ankara'dan gönderilen emirle üniversite ve resmi yetkililerin tören yapma ve cenazeye katılmaları engellenir.
Merhumun Kabe örtüsü ve Türk bayrağına sarılı cenazesi İstiklal Marşı'nı okuyan yüzlerce gencin tekbir sesi arasında dostu Babanzade Ahmed Naîm'in yanına defnedilir. Bir toprak tümsekten ibaret olan mezarı, vefatının ikinci yılında üniversiteli gençlerin kendi aralarında topladıkları parayla yaptırılır.
Âkif'in kabri, yol inşaatı sebebi ile 1960 yılında Edirnekapı Şehitliği'ne naklolunur. Bugün İstiklal Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy, sağında Süleyman Nazif, solunda ise Babanzade Ahmed Naîm ile alemi berzahta dostluğunu devam ettiriyor.
Mekanları Cennet, makamları alî olsun.
Ruhlarına el-Fatiha.
Kaynakçalar:
- Mehmed Âkif Ersoy, M. Ertuğrul Düzdağ, Kültür Bakanlığı Yayınları
- Mehmed Âkif'in Mısır Hayatı ve Kur'an Meali, M. Ertuğrul Düzdağ - Şule Yayınları
- Ölümünün 50. Yıldönümünde Mehmed Âkif Ersoy, Yavuz Bülent Bakiler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları
- Âkif'e Dair, Dücane Cündioğlu – Kaknüs Yayınları