Zihninizin içindeki o kalabalık odayı bir düşünün. Sabahın tüm telaşı, çözülmeyi bekleyen meseleler, yarım kalmış cümleler, bir türlü dilinizin ucuna gelmeyen o isim... hepsi üst üste yığılmıştır. Bir türlü aradığınız o tek bir kelimeyi, o kilit çözümü bulamazsınız. Sanki her şey orada, elinizin altında ama bir sis perdesinin ardında gizlidir. İşte tam o anda, ecdadımızdan bize miras kalan, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) mübarek bir sünneti imdada yetişir: Kaylule. Batı’nın “siesta” dediği, bizim ise asırlardır ilahi bir tavsiye olarak bildiğimiz o bereketli an. Öğle ile ikindi arası denilen o kısa koridorda, koltuğa uzanıp gözlerinizi kapattığınızda mistik bir süreç başlar. O sis perdesi dağılır. Birbirine uzak görünen fikirler el ele tutuşur, alakasız gibi duran bilgiler arasında gizli bir köprü kurulur. Ve birden, o aradığınız cevap, parlak bir ışık gibi beliriverir. İşte o meşhur “evreka” anı böyle doğuyor. Newton’un elma ağacı altında, Arşimet’in hamam kurnasında yaşadığı o aydınlanma anı gibi. Üretmenin, o anlık ilham kıvılcımının sadece belirli insanlara özgü bir lütuf olmadığını, hepimizin fıtratına yerleştirilmiş bir potansiyel olduğunu fısıldar.
Bu sezgisel bilgi, artık modern bilimin de merceği altında. Saygın bilim dergisi PLOS Biology'de yayımlanan bir çalışma, bu “Evreka” anlarının tesadüf olmadığını, beynimizin uyku sırasında yürüttüğü özel bir operasyonun sonucu olduğunu kanıtlıyor. Deney oldukça zekice tasarlanmış. Katılımcılardan, içinde gizli bir kural barındıran bir görevi çözmeleri isteniyor. Birkaç denemeden sonra bir kısmına 20 dakikalık bir şekerleme imkânı tanınıyor. İşte asıl ilginç sonuçlar da burada ortaya çıkıyor. Mola sonrası yapılan testlerde, kestirme fırsatı bulanların aydınlanma yaşama, yani gizli kuralı keşfetme olasılığı belirgin şekilde artıyor. Ancak asıl farkı yaratanın sadece uyumak değil, uykunun hangi evresine geçildiği olduğu görülüyor. Uykunun N2 adı verilen bir sonraki aşamasına geçebilenlerde işin rengi tamamen değişiyor. N2 uykusuna dalmayı başaran katılımcıların tam yüzde 85,7’si, yani neredeyse tamamı, gizli kuralı keşfederek o meşhur “Evreka” anını yaşıyor. Bu, hafif bir kestirmenin zihinsel berraklık için ne denli güçlü bir anahtar olduğunu gösteren çarpıcı bir sonuç.
Peki bu nasıl oluyor? Bilim insanları bu durumu, beynin bir tür “zihinsel temizlik” yapmasına bağlıyor. Uyanıkken sürekli yeni bilgiler öğreniriz. Bu süreç, beynimizdeki milyarlarca sinir hücresi arasındaki bağlantıları güçlendirir ve bir tür “zihinsel dağınıklık” yaratır. İşte o kısa öğle uykusu, bu dağınıklığı toparlama, zayıf ve gereksiz bağlantıları budama ve önemli olanları düzenleme işlevi görüyor. Tıpkı dağınık bir çalışma masasını toparlamak gibi. Bu “sinaptik budama” işlemi, beynin daha önce fark edilmeyen desenleri ve ilişkileri görmesine olanak tanıyor. Beyin, bu temizlik sayesinde, birbiriyle alakasız gibi görünen fikirler arasında yeni köprüler kurabiliyor. Bu da bizi o meşhur “Evreka” anına taşıyor. Yani o kısa şekerleme, aslında beynimizin kendini yeniden başlatması ve yeni fikirlere yer açması için bir fırsat. Geleneğin sırrı burada gizli. Öğle sonrası kaylule, bedeni dinlendirirken zihni özgür bırakıyor.
Ama dikkat! İkindi namazı sonrası her şey değişir. Kerahat vakti başlar. Bu saatlerde uyuduğunuzda beden derin uyku kuyusuna çekilir. Hadis-i Şerif’te, “İkindiden sonra, uyuyup da aklını kaybeden kimse, yalnız kendini kınasın” buyrulur. Bilimin derin uyku dediği o dipsiz karanlıktan uyanınca zihin bulanık kalır. O muhteşem evreka anları yerine sersemlik vurur. Bu mahmurluk hissine bilimde “uyku sersemliği” (sleep inertia) deniyor. Genellikle derin yavaş dalga uykusundan aniden uyandırıldığımızda ortaya çıkar ve bir saate kadar sürebilir. Bu süre boyunca karar verme yetimiz zayıflar, tepki süremiz yavaşlar ve genel bir kafa karışıklığı yaşarız. Herkes bu vakitte yatmanın zararını bizzat tecrübe etmiştir. O vakit yatıp da kalkan kimse sersem gibi olur, kendisini bir türlü toparlayamaz.
Bu noktada akıllara şu soru geliyor: Uzun kestirmeler sağlığa zararlı mı? Çok sayıda insanı kapsayan analizler, günde 60 dakikadan fazla kestirenlerde genel ölüm ve kalp damar hastalıkları riskinin, hiç kestirmeyenlere göre daha yüksek olduğunu gösteriyor. Ancak burada bilimin en temel prensiplerinden birini hatırlamak gerekiyor: Her ilişki, bir sebep-sonuç ilişkisi demek değildir. Yani, uzun kestirmeler bu hastalıklara doğrudan neden olmuyor olabilir. Araştırmacılar, asıl meselenin tam tersi olduğunu düşünüyor. Sürekli olarak uzun kestirme ihtiyacı hissetmek, genellikle altta yatan başka bir sağlık sorununun belirtisidir. Kötü gece uykusu, teşhis edilmemiş uyku apnesi, depresyon veya zaten başlamış olan kalp rahatsızlıkları gibi durumlar, gündüz aşırı yorgunluğa yol açar. Yani uzun şekerleme bir neden değil, bir sonuçtur. Vücudun bir imdat çağrısıdır.
Şu gerçek nadir bir elmas değerinde, öğle ile ikindi arasındaki o daracık zaman dilimi, ilhamın en güçlü olduğu an. Zihnin perde perde açıldığı bir taze başlangıç. Uyuyamasanız bile gözlerinizi kapayıp kısa süre dinlenmeniz yetiyor. Beyniniz arka planda çalışmaya devam ediyor. Dinlenmek, çalışmanın karşıtı değil, onun en temel ve verimli parçasıdır. Belki de en parlak fikirlerimiz, en isabetli çözümlerimiz, en üretken anlarımız, biz durup gözlerimizi kapattığımızda başlıyordur. Peki ya sizin öğle vakti serüveniniz? Öğle ile ikindi arası o kısa molada koltuğa uzanıp da uyandığınızda “İşte buldum!” diye haykırdığınız oldu mu? Yoksa kerahat vaktinde uyuyup akşamı zehir ettiğiniz günler? Kim bilir, bir sonraki “Evreka” anınız, belki de sadece bir kaykule uzağınızdadır.