Değerli okurlarım, yaşadığımız coğrafya mı, yoksa ait olduğumuz millet mi kestiremedim ama bir türlü iflah olmadığımız bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
Çok gerilere girmeden bizzat canlı şahidi olduğum garabetlerden yola çıkarak hafızaları tazeleyerek dünden yarına kısa bir yolculuk yaparak meramımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dünya aya çıkarken yaya bırakılmış bir milletin ferdi olmayı içine bir türlü sindiremeyen bir yurttaş olarak birkaç örnek paylaşacağım.
Çocukluktan ergenliğe adım attığım yıllarda İstanbul’da yaşayan bir yakınımın anlattıklarımdan hafızamda kalanlarla hayal ettiğim bir İstanbul var.
24 saatten daha fazla süren bir yolculukla Maraş’tan İstanbul’a gidiliyor ama boğazın karşı tarafına geçmek için bazen bir o kadar niçin beklendiğini anlamazdım.
İletişim araçlarının günümüzdeki gibi yaygın olmamasından dolayı bilgiye ulaşmanın zorluğunu düşünerek aktaracaklarımı cehaletle yaftalamayacağınızı düşünerek devam etmek istiyorum.
İstanbul’un ilk gerdanlığı boğaz köprüsünün yapıldığı yıllarda gazete manşetleri bu köprünün İstanbul’a yapılmış büyük bir ihanet olduğunu, halkın köprüye değil ekmeğe muhtaç olduğundan bahis ediliyor, mimar ve mühendis odalarının açıklamaları ile halk galeyana getiriliyor, nümayışlar yürüyüşler yapılarak köprünün yapımını engellemek için istemezükçü çete elinden geleni geri koymamıştı.
Dönemin başbakanı istifaya davet ediliyor, yaptığı ihanetin bedelini ödemekle tehdit ediliyor. Tüm bu saçma sapan tehditlere rağmen Devlet aklı galip geliyor ve 1973 yılında istemezükcülerin protestoları eşliğinde köprü açılıyor. İstanbul’da iki yaka arası geçişlerde insanların yaşadığı çile de böylece son buluyor.
O günlerden günümüze bulduğu her fırsatı kullanarak terakkimize engel olan bir kesim var olmuş ve var olmaya da devam ediyor.
Bir kısmı samimi olsa da kökü dışarda zindelerin yönlendirmesi ile bindiği dalı kestiğinin farkında olmadan dal kesen bu kitleyi biz gezi kalkışmasında devletimizle pazarlık yaparken gördük.
Nükleer santral yapımı sırasında, yeşil enerji ve maden araştırmalarında da sahalarda gördük, kentsel dönüşüm ile ilgili çıkışlarında gördük ki, şerre gaz, hayra ise fren vazifesi yapıyorlar.
Zor zamanlardan geçtiğimiz şimdilerde ise zaten bulanmış ortamı iyice bulandırmak için akşam sabah nakarat halinde kanal da kanal diyerek kanal İstanbul ile ilgili güzelleme yapıp gündem karartmakla meşguller.
Halkın gündemi ile uzaktan yakından ilgilenmeden kendiler çalıp kendi oynayan köçekler gibi kanal güzellemesi yapmakla meşguller.
Deprem olmuş, dünya zindeleri mazlum halklara yaşama hakkı tanımıyormuş, vatandaş geçim derdindeymiş, yolsuzluklar arsızlıklar ayyuka çıkmış gizlemek için kılıflar yetmiyormuş umurlarında değil.
Yanlış hesap elbette Bağdat’tan döner ve savunulamaz ama konuşmak tartışmak münazaralar yaparak artıları eksileri aklı selim ile bir teraziye koymak gerekmez mi?
İstemezuk ama niçini nedeni ile ortaya konmalı.
Hatay’da yüzlerce bina apartman depremde yok oldu. Kentsel dönüşüm rantsal dönüşüm sloganları ile rey uğruna yapılan mitinglerde binlerce insanımızın aklı çelindi ve masum insanlara evleri mezar oldu.
Aklı selim bunları düşünmeli ve atacağı adımın bir sonrasında olabilecekleri gözünde kestirebilmeli.
Sloganlarla karşıtlık uzun vadede pişmanlıklara sebep olabilir.
Sadece kanal değil geleceğimiz için hayırlara vesile olacak birçok mesele oldu bitti ile sonlanmamalı ve sonlandırılmamalı.
Sağlık ve mutluluk dileklerimle.