Konumuzun bu haftaki bölümünde; “müminlerin devamlı olarak, Allahü Teâlâ’nın yüce Dinini tebliğ etme gayretinde oldukları” hakikatini, inceleyip hatırlatmaya çalışacağız inşaallahü teâlâ:
4- Müminler, devamlı olarak Allahü Teâlâ’nın Dîn-i mübîn-i İslâm’ını tebliğ etmeye çalışırlar: Tebliğ, yüce dinimiz İslâm’ın emir ve yasaklarını, kaide ve kurallarını, prensip ve düsturlarını kısacası Kuran-ı kerim ve Sünnet-i seniyyenin bütün mesajlarını insanlara ulaştırmak, mânâsına gelir. Bütün müminler, bu mukaddes tebliğ işiyle memurdurlar. Yani bu kutsal vazifesinden vâreste hiçbir müslüman yoktur. Yeryüzünün hangi noktasında bulunursa bulunsun her müslüman, son nefesine kadar Rabbine ibadet etmekle mükellef olduğu gibi İslam’ı tebliğ etmekle de vazifelidir: “Gözlerden perdeyi kaldırıp her gerçeği ortaya çıkaracak ölüm, sana gelip çatıncaya kadar da Rabbine kulluğa devam et!” (Hicr 99)
Hadis-i şerifte ise, şöyle buyurulmaktadır: “Bir âyet bile olsa, benden tebliğ edin!” (Buhari)
Babamız Hazret-i Âdem aleyhisselamın zamanından bugüne kadar, bugünden de Kıyamete kadar Peygamberan-ı izam aleyhimüssalatü vesselama tâbi olan bütün müminlerin temel meselesi, hep tebiğ yani Allahü Teâlâ’nın yüce Dinini öğrenmek, yaşamak ve tebliğ edip yaşatmak olmuştur. Bu mübarek görevi, asr-ı saadetten beri ümmetlerin en hayırlısı olan bizler yani ümmet-i Muhammed üstlenmiştir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:
“Ey müminler! Siz, insanların iyiliği için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü siz, usûlünce iyilikleri ve güzellikleri emredip yayar; kötülük ve çirkinlikleri yasaklayıp önüne geçmeye çalışırsınız. Bunu da zâten Allah’a inandığınızdan dolayı, onun bir gereği olarak yaparsınız...” (Âl-i İmran 110)
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Vedâ Haccı’nda irad buyurduğu meşhur hutbesinde şöyle buyurmuştur:
“Burada bulunanlar, duyduklarını bulunmayanlara ulaştırsın. Çünkü kendisine bilgi ulaştırılan kimse, bilgiyi ulaştırandan daha kavrayışlı olabilir.“ (Buhari)
Efendimiz aleyhisellam, bu hadis-i şerifleriyle: Çok kapsamlı bir tebliğ görevi ve sorumluluğunu ümmete yüklemiş ve dolayısıyla ümmeti her yönüyle dinî ve ilmî bir gayrete sevk etmiştir. Bu hadis-i şerif, ayrıca tebliğ ve irşad görevinin yapısal anlamda süreklilik ve dinamizm içerdiğini de ifade etmektedir.
Tebliğ ve irşad göreviyle, öncelikle -tabir yerinde ise-, ümmetin beyin takımı demek olan İslam âlimleri memurdurlar. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
“Ey mü’minler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan seçkin bir topluluk bulunsun. İşte onlar, doğru ve kalıcı yatırım yapıp kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Âl-i İmran 104)
“Her şeye rağmen, müminlerin savaş için topyekün sefere çıkmaları doğru değildir. Doğrusu şudur: Her kabile veya her topluluktan bir kısmı savaşa gitmeli; bir kısmı da rûhuna tam mânâsıyla nüfûz ederek Dini iyice öğrenmeli ve savaşa gidenler geri döndüklerinde onlara Allah’ın emir ve yasaklarını bildirmelidirler. Belki böylece onlar da, muhtemel yanlış tavır ve davranışlardan sakınırlar.” (Tevbe 122)
İslâm âlimleri, bu âyet-i kerimeden tebliğ ve irşad kadrosu demek olan bir grubun bulunmasının farz-ı kifaye olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Yani Allah yolunun, Allah’ın kullarına açık tutulmasına ve insanlığın İslâm nurundan nasibini almasına vesile olmak demek olan tebliğ, genelde ümmetin, özelde ise, bilenlerin aslî bir aksiyonudur. Bu aksiyonun uygulama çerçevesi ise: “İnsanları Allah’a çağıran, sâlih ameller işleyen ve “ben Müslümanlardanım” diye ilan eden kimseden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet 33) âyet-i kerimesinin tesbiti, müjdelemesi ve teşviki ile söylem-eylem ve duruş olarak çizilmiş bulunmaktadır.
Tebliğ kadrosunun kıvamını Eshab-ı kiramda bulmak mümkündür. Mesela Resulullah’ın ve Sahabenin tebliğ hayatında nihaî anlamda gördüğümüz en temel tavırlardan biri; tebliğ imkânı olmayan bir memlekette durmayıp, tebliğe imkân veren bir memlekete hicret etmektir. Bu gerçeği dikkate alarak tarihi anlamda yüce İslâm dininin tebliği ve başkalarına aktarılması, hicreti doğurmuş; hicret ise, tebliği yoğurmuştur. Bir başka ifade ile hicret, İslâm tebliğinin dünya ufuklarına açılma yolunun adıdır…
(Devamı haftaya…)