Önceki yazımızda Allah’ı tanımanın gerekliliğini anlatmıştık. Bu yazıda ise soyuttan somuta doğru bir tanıma sürecini ele alacağız.

Tenzih Yolu

Felsefî teolojinin en güvenilir başlangıç noktası tenzihtir yani Allah’ı önce “ne olmadığı” üzerinden tanımlarız (negatif teoloji). Bu yaklaşım, zihni sahte ilahlardan, putlardan ve yanlış benzetmelerden temizlemek için önem arz eder. Böylece Allah’ın yaratılmış hiçbir şeye benzemediği (Muhalefetün li'l-havadis), madde olmadığı, hiçbir şekilde zamanın O’nu sınırlamadığı ve O’nun mekâna ihtiyaç duymadığı anlaşılır. Bu hususlar anlaşılınca “İnsan-Allah ilişkisinin eşitler arası bir ilişki olmadığı", tam tersine bununa birlikte "Yaratan ve Yaratılan" arasında kapanmaz ontolojik uçurumun varlığı da anlaşılmış olur.

Burada önemli bir sorun doğabilir. Çünkü İslam Metafiziğinin en ince çizgisi, Allah'ı anlamaya çalışırken karşılaşılması mümkün olan tuzaklardır. Bu tuzaklardan birincisi sadece tenzihi esas almaktır. Zira "O hiçbir şeye benzemez" deyip O'nu tamamen ulaşılamaz, soyut ve ilişkisiz kılmak, başlayan ilişkiyi koparır. Erişilemeyen ise, her şeyden müstağni ise, kulluk etsem de etmesem de O’nun için bir şey ifade etmez ise sürdürülebilir bir ilişkinin anlamı zayıflar ve ilişki de gelişmez. Bu sebeple tenzihin doğru anlaşılması ilişkinin sıhhati ve geleceği için önemlidir.

Tuzaklardan ikincisi ise sadece teşbihi esas almaktır. Yani O'nu insana benzetme, cisimleştirme de ilişkiyi sürdürülebilir olmaktan çıkarır. Çünkü bu tür indirgemeci yaklaşım konumlandırmada büyük sapmaya sebebiyet verir ve bu da kişiyi şirke kadar sürükler. O zaman da ilişkinin bir yönünü Allah koparır.

Kâinat Kitabı, Eserden Müessire

Bu, felsefenin ama bilhassa Farabî'nin de üzerinde durduğu "düzen" ve "akıl" fikridir. Yapılan resme bakıp ressamın yeteneğini anlamak gibi. Resim incelendiğinde ondaki erişilemez ustalığı, kabiliyeti, inceliği, öznelliği görenler ressamın maharetini, mesleğindeki olağanüstü yeteneğini görür.

Bu, evrendeki hassas düzen, eşsiz sanat, sonsuz hikmet, onun Yaratıcısı olan Allah’ın Sonsuz kudretini, sonsuz ilmini, erişilemez iradesini ve her şeye yeten kudretini gösteriyor. Böylece Allah'ın "el-Kadir" (Güç sahibi) ve "el-Alîm" (Bilen) sıfatlarını temellendirmek kolaylaşır ve insanın da burada "gözlemci" ve "hayret eden" konumunda olduğu anlaşılır. Dolayısıyla insanın kimle ilişki kurmak istediği anlaşılmış olur.

İsim-Sıfatlar Yolu

Esma-ül Hüsna’nın Açılımı

Esma, Allah'ın kendini tanıttığı ‘dil’dir. Hiçbir koşulda O’nun Zatı’nı bilemeyiz ama O'nun "Rahman", “İlah”, “Rab”, “Halık”, “Rezzak", "Vedud" olduğunu biliriz. Bunların nasıllığını da kendimizdeki boyutlarıyla anlayabiliriz. Bu husus çok önemli zira insanın Allah ile ilişki kurabilmesi için köprü olan isimler (Esma) bize O’nu tanıtır. Bu tanımanın verdiği bilgi sayesinde insan dua ederken O'nun "İşiten" (Semi) olduğuna, karşılık veren (Mucib) olduğuna güvenir, kaçamayacağı hatalarından dolayı onu "bağışlayan" (Gafur) oluşuna sığınır. İnsan-Allah ilişkisinin duygusal ve pratik boyutunu burası oluşturur.

Allah; Hayat (el-Hayy), İlim (el-Âlim), İrade (el-Murîd), Kudret (el-Kadir) gibi sıfatlara mutlak anlamda (kesin olarak ve sonsuzca) sahiptir. İnsan ise her alanda eksik ve yetersiz olması hasebiyle bu sıfatlara sahip değildir, olamaz da ancak insan bu sıfatların tecelli ettiği bir mahaldir (yerdir). İnsandaki güç, görme veya bilme yetisi; sadece güneşin suya yansıması gibidir, ışık suyun değil, güneşindir.

Enfusî Yol: Benlik Aynası

"Nefsini bilen Rabbini bilir" ilkesi burada da anlamlıdır. İnsan kendi acizliğini ve sınırlılığını fark ederek, sınırsız bir güce ihtiyaç hisseder. İnsandaki merhamet duygusu, Allah'ın sonsuz merhametinin küçük bir numunesidir (tezahürüdür): insan kendine bakarak O'nu tanır.

Kulluk (Ubudiyet) bilincinin başladığı yer burasıdır çünkü insan, kendindeki eksikliği görüp "Tam ve Eksiksiz Olan”a yönelir ve Allah ile arasındaki ontolojik ve kapanmaz mesafeyi anlamış olur. Bu anlama ilişkinin sonrası için temel vazifesi görür. Kısacası;

İlişkiyi doğru zemine kurmak için önce tarafların (İnsan-Allah) "varlık statüsünü" tanımlamamız gerekir. Metafizikte Allah'ı anlamanın ilk adımı, O'nun varlığının bizimkinden niteliksel olarak tamamen farklı olduğunu kavramaktır. Allah “Vâcibü’l-Vücûd” yani “Zorunlu Varlık”tır. Yani O’nun varlığı kendindendir, başkasına muhtaç değildir ve yokluğu düşünülemez. İnsan ise “Mümkünü’l-Vücûd” yani “Olası Varlık”tır: Varlığı da yokluğu da eşittir; var olmak için bir "Tercih Edici"ye (Müreccih) muhtaçtır.

Anlayacağınız insanın Allah'ı anlaması, kendi "muhtaçlığını" (fakrını) anlamasıyla başlar: “Benim varlığım ödünç, O’nun varlığı ise asıl” diyebilmek, metafiziksel idrakin zirvesidir. Bu, ilişkinin "eşitler arası" olmadığını, "Var eden ve Varoluşunu O'ndan alan" yani Sonsuz Mülk’ün Sahibi (el-Malikü’l Mülk) ile muhtacın ilişkisi olduğunu kanıtlar.

Kulluk, insanın kendisinde görünen kemal sıfatların (güzellik, ilim, güç) kendine ait olmadığını, Yaratıcının yansımaları olduğunu bilerek bu özellikleri Sahibine atfetmesidir. "Kulluk; emanetçisi olduğumuz sıfatları sahiplenmek değil, o sıfatlar üzerinden Mülk Sahibini tanımak ve tanıtmaktır.” Anlamaya çalıştığımız ilişki bu temel üzerinden yürüyecektir. İnsan Allah’ı anlamadan O’nunla sağlıklı ilişki kuramaz.