0

Asıl adı Molla Ahmed İbn Molla Muhammed olan Mella-ye Cezîrî'nin soy ağacı, Cizre'nin köklü aşiretlerinden Bohtî (Bohtan) aşiretine dayanır. Şairimizin mahlası Nişanî'dir. Her ne hikmetse mahlası yerine ismiyle anılır olmuştur. Bunda belki de yıllarca sahip olduğu ilmî şahsiyeti, yani medrese hocalığı yapması ile halk arasında "Mella-ye Cezîrî" olarak anılmasına sebep olmuştur. Unutulmamalıdır ki Şark'ta medrese hocası aynı zamanda camii imamıdır da.

Mella-ye Cezîrî'nin aşk serüveni yıllarca ders verdiği Medrese-ya Sor'da (Kırmızı Medrese) başlar. Onun aşkı ilim ve şiir yolundadır. Şiir yolunda çağdaşı olan ünlü İran şairi Hafız-ı Şirazî'nin Divan'ına nazire yaparcasına;

Ela ya eyyuhe's-saki edir ke'sen we navilha

Ki aşk asan nemud evvel vel üftad-ı müşkilha

"Saki, döndür kadehi herkese sun. Bana da ver. Çünkü aşk önce kolay göründü. Ama sonra da çok müşküller meydana geldi."

Beytiyle başlatır Divanını… Mella, Divanının başka bir yerinde Hafız'a nazireyi bırakır ve ona meydan okurcasına;

Ger lu'lu'e mensûrî ji nazme tu dixwazî

Wer şi'rê Mele bîn te bi Şirazi çı hacet

Türkçe'ye şöyle çevirir "Nazmın etrafa saçılmış incilerini görmek dilersen eğer, gel Mella'nın şiirinde gör onları Şiraz'a gitmeye gerek yok."

Mella-ye Cezîrî'nin şiir serüveni, Klasik Osmanlı şairlerin üstad gördüğü diğer İran şairleri de vardır. Bunlar arasında Sa'di-i Şirazî ve Molla Camî'dir.

Me ra j'ewwel çi bir xamî kişand axir bi bednamî

Ji rengê sedî û Camî ji şuhret pê hisîn 'amî

"Kalemin hakkımızda neler yazdığını bilir misin ezelde? Sonunda kötüye çıkardı adımızı. Sa'di ile Cami'nin aşktaki şöhreti gibi aleme ifşa eyledi bizi."

Mellaye Cezîrî'nin bir beytinde Fetih Süresinden bahseder. Bu bahis bazı edebiyat tarihçileri tarafından İstanbul'un fethi ve üzerine ulu hakan Fatih Sultan Mehmet Han üzerine yorumlanır. Bahsi geçen beyit şöyledir.

Ey şehinşahê mu'ezzem Hak nigahdarê

Te bî- Sureê "İnna Fetehna" dor û madarê

Bu beytin Fatih Sultan Mehmet Han için söylenmesi ya da yorumlanması bile bu günlerde kardeşlik bağlarının pekiştiği bir dönemde dile getirmek ve bu beyitten bahsetmek önemlidir. Çünkü Fatih'in ve Selahaddin Eyyubî'nin torunları bu medeniyetin inşasını hep kardeşçe yaptılar.

Mella'nın meşhur bir öğrencisi var. Feki-ye Teyran, onun Mella ile müşaaraları (karşılıklı şiir yazmak-okumak) vardır. Mella-ye Cezîrî ve Feqiyê Teyran'ın atışmalarından anlıyoruz ki O 1631'de Cizre'deydi. Divanını da o yıl (1631) bitirmiştir. Fekiye Teyran "Îro girya me tê" isimli şiirinde Mella'nın ölümünü işler. Buna göre Hicrî takvime göre Mella, 1050 yılında (M:1640) vefat etmiştir. (Cizre'deki mezarında 1404-1479 tarihi yazılıdır.) Mezarı şimdi Cizre'de, "Medres-ya Sor"dadır.

Mella'nın Kürtçe'de tasavvuf edebiyatının bir şaheseri sayılan Divan'ını anlamak ve ondaki derin ve lahutî mana iklimine girebilmek için sadece dili bilmek elbette ki yetmez. Çünkü geniş ve derin bir ilme, keskin bir marifete, zengin ve coşkun bir aşka sahip olan Cezirî'nin şiirlerinde tarih, felsefe, estetik, tasavvuf, belagat, nahiv (gramer), astronomi gibi fizik ve metafizik konular iç içe geçmiştir. Önemli fıkıh kaynaklarına gönderme yapması; Maruf-u Kerhî, Şiblî, Mansur ve Alaî gibi tasavvuf büyüklerini zikretmesi, Şeyh San'an gibi bir seyr-i sülûk serüvenini şiirine konu edinmesi onun fıkıh, kelam ve tasavvuf vadisinde zengin bir birikime sahip olduğuna işaret eder.

Mella-ye Cezîrî'nin şiirinde kullandığı tüm argümanlar ilahi aşkın remizleri olarak anlaşılmalıdır. Bediüzzaman Said Nursî'nin, onun aşktaki makamını şöyle ifade ettiği rivayet edilir: "Mevlana Celaleddin-i Rumî, Molla Ahmed-i Cezîrî ve Mevlana Cami'nin aşk meşrebindeki makamları birdir" O halde, Cezîrî'nin divanını, onun ruh ikliminin iksirli havasını teneffüs ederek okumalıyız. Tasavvufun kendine özgü mazmunlarını ve kavramlarını ve bunlara yüklenen manaları bilmeden onun kudsî lezzetini tadamayız. Çünkü onun nazarında bütün güzellikler ilahi güzelliğin birer yansıması, birer tecellisidir.

Memlekette Bahar rüzgarlarının estiği bu dönemde Mella'nın şiiriyle İstanbul Fatih'ini selamlamak ne güzel.