Söze nereden başlayacağımı bilemedim. Ya da kime ne diyeceğimi... Öyle ya, göklerden gelen kararı dinlemeyene benim yazdıklarım hepten kıyl ü kàldir. Kaderin üstünde bir kader vardır diyen dört kitaba kulak vermeyen insan, üstat Sezai Karakoç'un "Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır" dizesini okunup üflenesi bir şiir sanır ki ne acı şey olsa gerek. Hem ne diyordu Yunus; Dört kitabın manası/Bellidir bir elifte/Sen elifi bilmezsin/Bu nice okumaktır... Değil ki Elif'in manasını bilmek okumak denen lahuti emirden fersah fersah uzak olanlar ne anlamasını bilir ne de ağlamasını. Bu yüzdendir ki ağlamasını bilmeyenlerin her dem gözyaşı dökenlerin halini anlaması bir imkansız gailedir işte.

Şu mültecileri diyorum... Suriyelisinden, Afganlısına, Iraklısından, Sudanlısına varana dek çaresizliği kuşanıp kapımıza kadar gelmiş milyonlarca aç, açık, öksüz ve yetim. Kaç mülteci ile hemhal oldunuz bilmiyorum ama benim bugüne dek kapısını çaldığım, derdiyle dertlendiğim, deryalar dolusu derdini bakışlarına katık edip yanaklarına düşürdüğü o bir damla gözyaşını silmek için elimi uzattığım yüzlerce mülteci oldu. Keşke imkanım olsa da yanı başımıza kadar gelen bütün düşkünlere açabilsek sinemizi. Rabbim devletimize zeval vermesin ama sapla samanı karıştıran kendini bilmez insanlarımıza da akıl fikir versin. Versin ki yarın ruz-i mahşerde sancağı altında gölgelenmeyi düşledikleri peygamber yüzlerine tükürmesin.

Hani demiyorlar mı ağızlarını doldura doldura hem de... "Ne işleri varmış mültecilerin benim ülkemde?" "Gitsinler artık ülkelerine, savaşsınlar ülkeleri için!" "Benim derdim de, malım da, azığım da bana yeter, kimseyi doyurmak mecburiyetinde değilim arkadaş"... Peygamberimiz Mekke'de durmayıp Medineye iltica etmekle, güya savaşmak yerine on yıl Mekke'den ayrı kalmakla, Yesrip halkına sığınmakla, onlardan kalabilecekleri bir göz oda istemekle yanlış yaptı öyle mi? Yesrip halkı değil ki evini ve bineğini ikinci eşlerini dahi mülteci olan misafirleri ile pay ederken haşa sizin kadar kafası çalışmamıştı öyle mi? Medineliler onca sefaletlerine rağmen bir kez olsun dönün artık Mekke'nize bizim derdimiz bize yeter demek yerine sabrettikleri için haşa ahmaklık mı yapmış oldular?

Kimin malını kimden esirgersiniz ki hem. 15 Temmuz gecesi vatanımız diyerek sahiplendiğiniz, tapulu malınız sandığınız yeryüzü toprağı dakikalar içerisinde elinizden kayıp gidiverseydi sahi siz kime el açacaktınız? Kimin kapısını çalacak, kimden dilenecektiniz? Hem kaç gün sonra gerisin geriye dönecektiniz ki? Bırakın dönmeyi yaşatacaklar mıydı ki sizi gece yarılarında boyun büktüğünüz devletler, milletler? Ya da herkes asli vatanına dönsün denilseydi ta ilkokul çağlarında ezberletilen ata yurdumuz bildiğimiz Orta Asya'nın badiyelerine dönebilecek miydik? Şimdilerde sizi cennetin kapısına kadar götürecek olan mülteci kardeşinle sahip olduklarını paylaşmak yerine şehirlerin ücra yerlerinde cehennem aşkına çöp yığınları biriktirmeye devam edebilecek kaç günlük ömrün kaldı ki hem?

Sizi bilemem ama benim Allah korusun vatanım elden giderse el açabileceğim ne bir kapım var ne de ata yurdum diyerek binlerce kilometre yol yürüyüp Issık gölü kıyılarına kadar gitmeye cesaretim. Değil ki her şeyimi kaybedip bir yere gitmek, kapıma kadar gelmiş düşmüşlere, öksüzlere, yetimlere, çaresizlere dönün ülkenize, ne işiniz var benim ülkemde demeye haddim yok diye düşünüyorum. Binlerce misyonerin ellerinde İncil ülke ülke dolaştığı bir zamanda Yaradan'ın cenneti bir mültecinin bakışlarına nakşedip kapıma kadar getirdiği ümidiyle koşmak istiyorum her birisine. Koşmak istiyorum çünkü biliyorum ki benim yaşamım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ın ve onun Peygamberinin istediği gibi olmadı hiçbir zaman. Koşayım ki bari Müslüman'ca yaşayamadığım dünyada gözlerimi kapayıp bedenim toprağa yar olduğu günün ertesi o sıkıntılı kıyamet gününde Peygamber benim gibi mülteci olmuşlara neden kucak açmadın demesin, dahası yüzüme tükürmesin isterim...