“Şapka inkılâbından sonra dîğer bir arkadaşımızın, Ankara Vâlisi Yahyâ Galip Bey’in bir ziyâretini hatırlarım. Aynı zamânda meb’us olarak bulunan Yahya Galip Bey de çok yakınımızdı. Bir teklifi vardı. ‘Nedir?’ dedim. ‘Şapkanın orta yerine bir Ay-Yıldız koyalım; dîğer milletlerden farkımız belli olur.’ dedi. Teklif bu! Yahya Galip Bey’e: ‘Canım, biz bunları farkımız olmasın diye yapıyoruz, sen ne teklif ediyorsun!’ diye çıkıştım.” (İnönü’nün Hâtıraları; Ulus gazetesi, 5 Nisan 1969; İ. İnönü, Cumhuriyetin İlk Yılları I -1923/1938-, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Yl., 1998, s. 83)

***

“Avrupa Medeniyetinin coşkun seli karşısında mukâvemetin beyhûde olduğunu” îlân eden bir “antiemperyalist”!

Bu muhâkemeyle, Mustafa Kemâl, 28 Ağustos 1925’te, İnebolu Türk Ocağı’nda îrâd ettiği nutkunda, Avrupa Medeniyetinin bir sözcüsü gibi konuşuyor, kendisi gibi Anadolu Milletini de ona tamâmen teslîm olmıya dâvet ediyor ve “Avrupa Medeniyetinin coşkun seli karşısında mukâvemetin beyhûde olduğunu” îlân ediyordu:

“…Türkiye Cumhûriyeti halkı, fikriyle zihniyle medenî olduğunu isbât ve izhâr etmek mecbûriyetindedir. Medenîyim diyen Türkiye Cumhûriyeti halkı âile hayâtıyle, yaşayış tarzıyle medenî olduğunu göstermek mecbûriyetindedir. Velhâsıl medenîyim diyen Türkiye’nin, hak̆îkaten medenî olan halkı, baştan aşağıya vaz’-ı hâricîsiyle dahi medenî ve mütek̃âmil insanlar olduğunu fiilen göstermeğe mecbûrdurlar. […]

“Hanım ve Bey arkadaşlarım! Size mâl̃ûmunuz olan bir hak̆îkati kısa bir cümle ile tekrâr arz edeceğim; beni mâzûr görünüz! Medeniyetin coşkun seli karşısında mukâvemet beyhûdedir! O, gâfil ve itâatsizler hakkında çok bîamandır! Dağları delen, semâlarda pervâz eden, göze görünmiyen zerrâttan yıldızlara kadar her şeyi gören, tenvîr eden, tedk̆îk̆ eden medeniyetin muvâcehe-i kudret ve ulviyetinde kurûn-i vustâî zihniyetlerle, iptidâî hurâfelerle yürümeğe çalışan milletler mahvolmağa veyâ hiç olmazsa esîr ve zelîl olmağa mahk̃ûmdurlar. Hâlbuki Türkiye Cumhûriyeti halkı müteceddid ve mütek̃âmil bir kitle olarak ilelebed yaşamağa karâr vermiş, esâret zincirlerini ise târîhte nâmesbûk kahramanlıklarla parça parça etmiştir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yl., 2006, II/220-222; Ayın Târîhi, Eski Seri, No 18, ss. 469-472)

Burada “Medeniyet” sözünden “Avrupa Medeniyeti”ni (ki bu, aynı zamanda, Avrupa Emperyalizmi demekdir) kasdettiği mâl̃ûmdur. Yine de, Kemalist Propagandaya nazaran, o, “Avrupa Emperyalizmini dize getiren”, hattâ “bütün dünyâyı mağlûb eden”, “hayâtı mûcizelerle örülü” Hal̃âsk̃âr”dır!

“Tarih, okuttuğunuz […] gibi değildir. Bu milletin tarihi 1923 te başlamıyor! Bizi yoktan var eden siz değilsiniz! 1923 oluşunu mümkün kılan zafer milletindir! ‘Tabu’larınız, her noktasiyle muhasebe ve murakabe edilecek ve ancak böyle yapıldığı takdirde müsbet veya menfi hüviyetleri meydana çıkacak alelâde, belki de ‘alelâde’nin hudutsuz altında insanlardır! Hakikatten daha aziz hiçbir şey yoktur! Tam 3 asırdır dayak yemekte; ve nihayet, felâketimizin müsebbibine maddî ve mânevî kölelik sayesinde affedilmiş olmayı kurtuluş diye telkin eden bir devre çatmış bulunmaktayız! Artık yeter efendiler!” (Necip Fazıl Kısakürek, “Artık Bu Kadarı Yeter!”, Büyük Doğu, 28.10.1949, s. 2)

***

Moïse Cohen: “Milletine Gar̃b kültürünü tamâmiyle kabûl̃ ettirmiye kuvvetle azmetmiş olan Atatürk”

Kemalist Rejimin desteğiyle neşredilmiş Kemalizm isimli propaganda kitabının müellifi, pek mâhir bir Siyonist stratejist olan Moïse Cohen (nâmıdîğer “Munis Tekinalp”) de, Mustafa Kemâl’in nazarında, şapkanın, Anadolu Milletini Garb Medeniyetine temessül ettirebilmek için başlıca bir vâsıta olduğu tesbîtinde bulunur ve onun bu tavrının gâyet isâbetli olduğuna hükmeder:

“(Sultan Mahmud’dan beri) fes, sembolik bir kıymet almış, bütün saâdeti, Peygamber’in tebşir ettiği cennetten bekliyen Ümmet-i Muhammed’le kâfirleri birbirinden ayıran bir alâmet olmuştu. Şapka giymek, kâfirler arasına karışmak demekti. Müslümanlar başlarındaki kırmızı feslerile oldukları yerde kaldıkları halde, modern kültür ve modern medeniyet, asırlardan beri ilerlemeğe devam ediyordu. [...] Milletine Garb kültürünü tamamile kabûl ettirmeğe kuvvetle azmetmiş olan Atatürk, [...] bu irtica sembolüne artık tahammül edemezdi. [...] Sarığın festen çok daha tehlikeli olduğunu söylemek zâiddir. Sarık, bir remiz, bir timsâl değil, bir düşmandı; şeriatin tâ kendisiydi! [Binâenaleyh,] Atatürk şeriat teşekküllerine ve şeriat zihniyetine karşı mücadeleye girişerek [fes ve sarığı kaldırdı, yerlerine şapkayı ikame etti. Muhakkak ki] Garplı serpuşunun altında ancak modern bir baş, modern bir dimağ ve modern bir zihniyet bulunabilirdi.” (Tekin Alp, Kemalizm, İstanbul: Cumhuriyet Gazete ve Matbaası, 1936, ss. 100, 101, 104, 103. Bu metinde “Şerîat” kelimesinin “İslâm” kelimesinin müterâdifi olarak kullanıldığına dikkat edilmelidir.)

Moïse Cohen tarafından da tekrâr edilen şu Kemalist safsataya ayrıca dikkat̃ edilmelidir: “Garplı serpuşunun altında ancak modern bir baş, modern bir dimağ ve modern bir zihniyet bulunabilirdi”…

“Milletine Garb kültürünü tamamile kabul ettirmeğe kuvvetle azmetmiş olan Kamâl Atatürk…” (Tekinalp 1936: 101) “Kemalist inkılâb, maziyi sildi süpürdü” ve “Türk milleti için, islâmiyet râbıtasının artık öldüğünü” îlân etti… (Tekinalp 1936: 318 ve 97).

Moïse Cohen / Tekinalp’in têlîfi Kemalizm, 1936’da, CHP Umûmî K̃âtibi Recep Peker tarafından gözden geçirilip resmî tasvîbe mazhar olduktan sonra ve resmî destekle neşredilen “Sâhibinin Sesi” bir kitabdı…

***

“Mutlak Şef”in dayattığı dogma: Avrupalılaşmak, medenîleşmek veyâ medenîleşmek, Avrupalılaşmak demekdir

“Medenî” olabilmek için Avrupalılaşmak (dîğer tâbirle Garblileşmek) mecbûriyetindeyiz… Neden? Çünki tek medeniyet vardır; o da, Avrupa Medeniyetidir. Kemalist Propagandaya nazaran, insanoğlunun inşâ ettiği en yüce, aşılmaz, mesîhî medeniyet…

Avrupa Medeniyeti demek, aynı zamânda Avrupa Kültürü demekdir. Binâenaleyh “medenîleşebilmek” için topyek̃ûn Avrupa Kültürünü benimsemek zarûrîdir. Moïse Cohen’in de işâret ettiği gibi, “Türk Milletine Garb kültürünü tamamile kabûl ettirmeğe kuvvetle azmetmiş” olan “Mutlak Şef”, yânî (20 Kasım 1929’da Neue Freie Presse gazetesi muhâbiri Emil Ludwig’e verdiği mülâkatta bizzât îlân ettiği vechiyle) “Milletin takdîs edilmiye lâyık tek lideri”, dîğer tâbirle, “Mâbûd”u, bunu böyle buyurmaktadır…

29 Ekim 1923’te Fransız muharriri Maurice Pernot’ya verdiği mülâkatta dahi, aynı fikri işlemekte, Milletimizi bu dayatmayle karşı karşıya bırakmakta idi:

“Memleketler muhteliftir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin, terak̆k̆îsi için de, bu yeg̃âne medeniyete iştirâk̃ etmesi l̃âzımdır.

“Osmanlı İmparatorluğu’nun sukûtu, Garb’e karşı elde ettiği muzafferiyetlerden çok mağrûr olarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlıyan rabıtaları kestiği gün başlamıştır. Bu, bir hatâ idi; bunu tekrâr etmiyeceğiz.

“Bu maksadlardan, Fransa’da pek büyük memnûniyetlerle mâl̃ûm olacak şey, siyâsetimizin, an’anelerimizin, menâfîimizin bizi fikr-ü-temâyül îtibârile bir Avrupa Türkiye’si, daha doğrusu Garb’e teveccüh etmiş bir Türkiye arzû etmeğe meylettirmesi olacaktır.