(Darıcı 2013: 119)

***

Asıl mes’ele, bu insanların dîndâr olmaları ve şapka dayatmasına îtirâz etmeleriydi

San’at̃i halı, kilim ve çuval dokumacılığı olan Çulfa Mahmûd Nedîm Efendi, esnafın en münevver şahsıyetlerinden biri olup evinde de zengin bir kütübhâne sâhibiydi. (Darıcı 2013: 42) Halkın nümâyişi esnâsında, halka nasîhat edip onları taşkınlıktan alıkoymıya çalışırken, atılan taşlardan yaralanmıştı. Buna rağmen, iki kişilik Örfî İdâre Cuntası onun da îdâmına hükmetmişti. Çünki asıl mes’ele, bu insanların dîndar olmaları ve şapka dayatmasına îtirâz etmeleri idi. Karısının ve iki yaşındaki oğlunun çığlıkları arasında evinden alınmış, Cuntanın huzûruna çıkarılmış, kendisine îdâm hükmü teblîğ edilmiş ve iki rek̃at namazı müteâkib, oruç ağızla darağacında sallandırılmıştı. (Darıcı 2013: 164-169)

(Darıcı 2013: 144) (Bu resim, muhtemelen bir gazeteden ik̆tibâs edilmiş, fakat müellif, maâlesef, kaynağını belirtmemiştir… Hâlbuki bu çok mühim bir vesîkadır. Her hâl-ü-k̃ârda, gerek Erzurum’daki, gerekse bütün Memleketteki “Şapka Fâciâsı”, evleviyetle resmî vesîkalara istinâden ve bütün şümûlüyle meydana çıkarılmalıdır… )

***

Secdede rûhunu teslîm eden Gaciroğlu Osman Efendi’nin naaşını astılar!

Seksen küsûr yaşında bir pîr-i fânî olan Gaciroğlu Osman Efendi, Nakşibendî Şeyhi ve Karaköse Câmii Vâizi idi. Halkı herhangi bir taşkınlık yapmaktan alıkoymıya çalışanlardan birisi de oydu. Buna rağmen, o da, asılacaklar listesine konmuştu. Evvelâ bulunamamış, bunun üzerine oğlu rehin alınmıştı. Oğlunun rehin alındığını duyunca, onu bu şerîrlerin elinden kurtarmak için Vâliliğe gelip teslîm olmuştu. Vâli, ona, şapka giyerse, serbest bırakma vaadinde bulunmuş, asîl rûhlu Hoca, bu zilleti reddetmiş, bunun üzerine Aşağı Mumcu Mahallesi’nde darağacına yollanmıştı. Onun da son dileği abdest alıp iki rek̃at namaz kılmak oldu. Secdesi uzayınca, askerler dürttüler ve rûhunu teslîm etmiş olduğunu gördüler. Vazıyet Tatar Hasan Paşa’ya haber verilince, insanlıktan nasîbini almamış kumandan, yine de îdâm gömleği giydirilip asılmasını emretti. Asılan dîğer mazl̃ûmlar gibi bu gönül eri de, üç gün darağacında teşhîr edildi, sonra, mübârek naaşı, Hacı Gâlib Efendi’ninkiyle berâber, Gez Mahallesi’nde bir hendeğe gömülüverdi.

(Darıcı 2013: 189)

***

Hâdiselere hiç karışmamış mücâhid, muallim ve şâir Hacı Ali Gâlib Efendi, sırf şapka giymeyi reddettiği için, kıldığı iki rek̃at namazı müteâkib, ipe çekildi!

Mezâlimin bir başka kurbanı, “Hacı Ali Gâlib Efendi, şehrin en kıymetli ve saygıdeğer isimlerinden biriydi. Ermeni katliâmları sırasında, Kırbaşzâde Fevzi Beyle birlikte, Erzurum’un mahallelerini canları pahasına korumuşlar, düşmanı buralara sokmamışlardı.” (Darıcı 2013: 36) Bir mekteb muallimi iken, şapka giyme emri üzerine, istîfâ edip mêmuriyetten ayrılmıştı.

Şâirdi ve birkaç têlîf eseri vardı. Onun tarafından kaleme alınmış “Erzurum Destânı” pek sevilmiş ve benimsenmişti. Destânın sözleri şöyleydi:

“Bahar eyyâmının âhengi, çağı

Âlem-i İslâmın yandı çerâğı

Göründü askerin şânlı bayrağı

Dağlar, bağlar döndü yine gülzâra.

‘Nasrun Minallâhi ve fethün karîb’

Sırrı zuhûr etti ey kavm-i necîb

Erzurum Moskof’a olmadı nasîb

Çâresiz kalınca düştü firâra.”

Cereyân eden hâdiselere hiç bulaşmamış olan Hacı Ali Gâlib Efendi, Örfî İdâre Cuntasının hazırladığı kara liste çerçevesinde arandığını haber alınca gidip teslîm olmuş, fakat o da, Cuntanın şapka giyme teklîfini reddedince, Tebrîz Kapısı Mevk̆ii’nde darağacına yollanmıştı. İki rek̃at namazı müteâk̆ib, Kelime-i Şahâdet getirerek rûhunu teslîm etti.

“Hay size de, şapkanıza da kavatlar!”

Hâdise günü, bir komşusuyle berâber hamamdaydı. Birisinin, gelip Vilâyet önündeki hâdiseleri anlatması ve muhtemelen oğlu Sinan’ın da nezârete alınanlar arasında bulunduğunu haber vermesiyle aklı başından giden kadın, hamam bohçasıyle berâber hâdise mahalline koşar ve yana yakıla oğlunu arar, askerlerden haber almıya çalışır ve oğlunu serbest bırakmaları için onlara yalvarır durur. (Hâlbuki oğlu hâdiselere karışmamıştır ve evde kardeşlerine bakmaktadır.) Askerler onu başlarından savmıya çalışırlar; kadıncağız, hırslanır, acı acı feryâd ederek onlara bohçasındaki takunyaları fırlatır… Bu arada, iyice kendini kaybeder ve: “- Hay size de, şapkanıza da kavatlar! Ne etmiş size Sinan? Şapkanız batsın e mi?” diye küfreder…

Hiçbir netîce alamayıp ümîdini kesince perîşân vazıyette evine döner ve oğlunu evde görünce dünyâlar onun olur! Gelin görün ki habîslerin o menhûs şapkasına küfretmiş, böylece îdâmlık bir suç işlemiştir!

(Darıcı 2013: 188)

***

Bir mücâhidi daha kalleşçe şehîd ettiler!

Rus ve Ermenilerle harbde büyük hizmeti geçen ve halkın pek sevdiği Kırbaşzâde Fevzî Bey de, Sabataî İstibdâdının maşası Cuntanın kara listesine girenlerdendi. Hâdiselerde hiçbir dahli yoktu, ama cebren şapka giydirilmesine muhâlifti. Arandığını duyunca, çıkıp geldi, Cuntaya teslîm oldu.

Cuntayle harâretli bir münâkaşadan sonra, kendisini serbest bırakır gibi yapıp arkasına asker taktılar. Vilâyet binâsından bir-iki sokak uzaklaşınca, askerler, Cuntadan aldıkları emre uyarak, arkasından ateş edip onu sokak ortasında şehîd ettiler.

(Darıcı 2013: 192 ve 195)

***

Kemalist Totaliter Rejimin Şalcı Şöhret Bacı cinâyeti

Sabataî İstibdâdın işlediği belki en büyük, en elîm cinâyet, Şalcı Şöhret Bacı’nın asılmasıdır. Bu mazl̃ûm, o üçüncü çocuğuna hâmile iken vefât eden Tellâl Recep Efendi’nin dul karısıydı. Şapka mezâlimi günlerinde, ilk çocukları Sinan, 17 yaşında bir delikanlıydı. Onun küçüğü, Ayten, üçüncü çocukları, 3 yaşındaki Azîz’di. Çok haysiyetli dîndâr bir hanım şahsıyetiyle, kimseden yardım kabûl etmez, kendi el işlerini satarak binbir güçlükle ve kıt-kanâat çocuklarının rızkını çıkarırdı. Esnaf onu çok sever, himâye eder ve kendisini, ördüğü pek güzel şallara atfen, Şalcı Bacı diye çağırırdı. O dışarıda nafakasını kazanmıya çalışırken, iki odalı küçük kerpiç evlerinde, küçük oğluna, çocuğun ablası ve ağabeyi bakardı.