Ey benim Müslüman kardeşim!
Farzları yerine getirmedeki hassasiyetin, namazı kılman, orucu tutman farz olduğu için değil mi? Zekâtını vermen, kurban kesmen Allah'ın emri olduğu için değil mi? Bir vakit namazı kaçırdığın zaman vicdanın nasıl tepiniyor, kıvranıyorsun, rahatsız oluyorsun ve adeta canhıraş bir şekilde seccadeye koşuyorsun, ta ki farz yerine gelsin.
Yazın sıcağında, kışın soğuğunda orucunu en samimi şekilde tutuyorsun. İhtiyacı olana yardım ediyorsun; mümkün olduğu kadar farzları yerine getirmeye çaba sarf ediyorsun.
Peki kardeşim, uhuvveti (kardeşliği) Allah emretmiyor mu? Müslümanların kardeş olmasını, birlik olmasını Allah emretmiyor mu? O farz değil midir?
Namazına, abdestine gösterdiğin hassasiyet, "Acaba şunu yersem caiz midir, değil midir?" diye etine sütüne dikkat ettiğin, kıyafetine bir damla idrar sıçramaması için çaba sarf ettiğin tüm hassasiyeti neden uhuvvete göstermiyorsun? Kardeşim, İttihad-ı İslam Allah'ın emri değil mi? Müslümanlarla kardeş olman, âlem-i İslam'la bir ve beraber olman Allah'ın emri değil mi?
Vallahi de billahi de, üzerine sıçrayan idrara gösterdiğin hassasiyeti, İslam kardeşliğine, İslam birliğine, hukuk ve ihlasa göstermiş olsaydın, ve göstermiş olsaydık, ve göstermiş olsaydılar... Çoktan Asr-ı Saadet kardeşliğini, Ensar'la Muhacirlerin kardeşliğini temin etmiş olacaktık. Ve hiç kimse tek bir Müslümanın tırnağına zarar vermeyecekti. Uhuvvet sağlanacaktı, güç olacaktı, kuvvet olacaktı. Şeytanlar, Siyonistler, İslam düşmanları köşe bucak kaçacaklardı.
Vallahi de billahi de, yediğine içtiğine gösterdiğin hassasiyet (ki bunu ancak tebrik eder, ayakta alkışlarız) aynı şeyi İslam birliğine göstermiş olsaydın, Hazreti Ömer'den şeytanların kaçtığı gibi, Siyonist Yahudiler İslam dünyasından kaçacaklardı. Kurcaladıkları parmaklarını kırıp alıp gideceklerdi ve iki tane Müslümanın arasını açamayacaklardı. Müslümanları birbirine düşman edemeyeceklerdi.
Evet, sünnete, farza gösterdiğimiz hassasiyet; kızımızın kiminle evleneceğine gösterdiğimiz hassasiyet; oğlumuzun kimi gelin alıp getireceğine gösterdiğimiz hassasiyet; hanımımızın kıyafetine, tesettürüne gösterdiğimiz hassasiyet... İslam Birliği için olsaydı, kardeşlik için olsaydı, Gazze'de çocuklar paramparça olmayacaktı. İsrail'in haddine miydi, 2 milyon Gazzeliye hayatı dar edip kan kusturabilmek?
Evet, ey benim imanlı kardeşim! Namazına gösterdiğin hassasiyet, orucuna gösterdiğin hassasiyet, Allah'ın emrinden dolayıdır, farz olduğu içindir. Allah bizi, çoluk çocuğumuzu namazdan, oruçtan, hacdan, zekâttan, merhametten, yardımlaşmadan uzak etmesin.
Ama biz aynı hassasiyeti İslam Birliği için, Müslümanların kardeşliği için gösteremedik. Gösteremediğimiz için, sanki (haşa) Allah'ın "Kardeş olun, bir olun, ittifak edin!" emrini hiçe saymış gibi vahim bir duruma düşmüşüz. Ne büyük bir hata içerisinde olduğumuzu anlamadan bu hatadan kurtuluş yok.
Her gün beş vakit namaza gösterdiğimiz hassasiyeti, her gün en az beş defa
âlem-i İslam'ın birliğine, ittifaka, tek yumruk olmaya harcamıyorsak, yüreğimiz her gün beş defa bunun için çarpmıyorsa, beş defa el açıp Allah'a sığınmıyorsak; bizi birbirimize düşürmeye, birbirimizi yedirmeye devam edecekler.
İşte, güya Gazze'de ateşkes ilan ediyorlar ama birkaç gün sonra Pakistan ve Afganistan'ı birbirine düşürüyorlar.
Görüyor musun kardeşim? Birbirine düşen Avrupalı, birbirine düşen Amerikalı var mı? Amerikan kıtasında kaç tane devlet var, kaç defa Müslümanların birbirine düştüğü gibi düştüler? Çünkü oraları karıştıran yok! Çünkü Müslüman milletler gidip oraları karıştırmıyor. Çünkü Müslüman, karıştırmaktan, fitneden, fesattan uzak durur.
Ama onlar yüzyıldan fazladır, hatta 200 yıl da diyebiliriz, hatta Hz. Resulullah (SAV) Efendimizden beridir Müslümanların içini kurcalıyorlar, karıştırıyorlar. Ama ne zaman Hz. Ömer gibi, ne zaman Yavuz Sultan Selim gibi, ne zaman Alparslan gibi insanlar, ne zaman kahraman başkomutanlar var olmuşsa, işte o zaman onların kurcalamaları, karıştırmaları zayıf kalmış. Müslümanların ittifakı bozulamamış. Baştaki komutanlar, baştaki liderler güçlü olduğu sürece onlar içimize fitne düşürememişler.
Ama başa zafiyetli insanlar, koltuk sevdalısı insanlar, aciz şahsiyetler gelmiş ve içeride menfaat için insanlar birbirine düşmüş. O zaman onların güçleri artmış ve fitneye devam etmişler; karıştırmanın neticesini almışlar.
Evet, biz Allah'ın emirlerine, farzlarına gösterdiğimiz hassasiyeti... Misal, cenaze namazı kılmadan bir Müslümanı toprağa vermiyoruz. Ne güzel bir şey! Allah kıyamete kadar devam ettirmeyi nasip etsin! Evet, bu güzel bir şey. Ama, cenazeyi namazla toprağa vermek varken, 2 milyar canlı Müslümana ittifakla, muhabbetle, kardeşlikle "uhuvvet namazı" kılmıyoruz!
Dirilerin namazı, beş vakit namazın haricinde, nafile ibadetlerin haricinde, uhuvvet namazıdır, kardeşlik namazıdır. İşte biz bunu terk etmişiz.
Allah bize diriler için, Müslüman kardeşlerimiz için uhuvvet namazını, muhabbet namazını kılmayı nasip etsin. Zaten ölülerimizi namazsız toprağa vermiyoruz. Ama bir gün, eğer bu ittifak sağlanmazsa (ki Allah'ın vaadi var, Peygamber'in müjdesi var, bu gerçekleşecek, olacak; Allah bizlere de görmeyi nasip etsin), o zaman cenaze namazımız bile kılınmayacak, namazımızı kılanlar olmayacak!
Allah acilen ittifak sağlasın! Allah acilen Pakistan'ı, Afganistan'ı tekrar samimi kardeş etsin ve bizleri de 2 milyar Müslümanı sarsılmaz bir muhabbette kardeş kılsın ve hepimiz tek yumruk olalım, dünyaya nizam ve adalet getirelim.
Son söz: Evet, abdest alırken ve namaz kılarken üzerimize bulaşan necasetten (pislikten) kurtulduğumuz gibi; Siyonist İsrail öyle bir pisliktir ki, bırakın elbisemizi kirletmeyi, ruhumuzu ve kalbimizi kirletiyor. O pislikten kurtulmak için ancak İttihad-ı İslam (İslam Birliği) ve İslam âlemine adil bir halife gerekiyor. UNUTMAYALIM: SİYONİST İSRAİL NECASETTİR!